28 Mayıs 2010 Cuma

Puno

Puno’da aslında dediğim gibi az takıldım. Yazıyı niye bu kadar geç yazıyorum. Sonrasında çok hızlı hareket ettim de ondan. Puno’ya sabah varınca koyup kafayı uyudum. Kalkınca anladım ki kahvaltı bitmiş. Güney Amerika’da kahvaltı dahil demek, tereyağ-reçel-kötü ekmek ve kahve demek. Aslında bir şey kaçmış sayılmıyor. Ama resepsiyondaki kıza şirinlik yapıp kahvemi almayı becerdim. İlk önce sıcak suya makine kahvesi attılar. Hay allah deyip onu döktüler, sonra nescafemi teslim ettiler. Bu sabah da böyle yırttık. Buradan hiç türk geçmiş midir diye sormuştum resepsiyonda. Ara sıra demişti kız. Şirinlik yapmak için sallıyordur diye düşünmüştüm. Bilgisayarımı alıp yukarıda cafe-barın olduğu kata çıktım. Millet duvara istediğini yazarak kendini ifade etmiş. Bir baktım Nevzat ve Ersen adlı iki türk arkadaşımız da not düşmüş. Şöyle demişler: Eğer bir gün buraya bir türk gelirse hemen kaçsın, şehir merkezine çok uzak. Başka bir türk kızımız da ben de buradaydım gibilerinden silik bir not düşmüş. Yolu buradan geçmiş ve fikirlerini paylaşmış arkadaşlara teşekkür ettim içimden. Ama kaçmadım. Şehre uzak mıydı hostel? Azcık. Aslında uzak değil de yokuş. İlk dışarı çıktığımın dönüşünde, 500 metrelik yolun yarısında durup dinlenmek zorunda kaldım.
Kasaba 3800 metrede olunca, oksijen yetmiyor malum. Alışmak lazım, yolumuz hep yüksek bundan sonra.

Puno’ya dönersek, Titicaca Gölü’nün kıyısında bir kasaba. Folklorik Kentiymiş aynı zamanda Peru’nun. Dağların yamacına doğru büyümüş. Binaların çoğu tuğladan ibaret. Vergi ödememek için bir numaraymış sanırım. İlk gün biraz dinlenince çıktım biraz gezdim. Merkezde bir kilise. Hemen yakınında dükkanların ve restoranların bulunduğu bir sokaktan ibaret. Ben önceden sormuştum yerini. Şehrin pazarının olduğu yere gittim. Chifa adı verilmiş Peru ve Çin yemekleri kırmasının satıldığı ucuz bir restoran buldum. Kaç zamandır deneyeceğim şu Chifa’yı, kısmet Puno’yaymış. Neyin ne olduğunu tam çözemeyince şefin spesiyalini ısmarladım. Üç kişilik geldi. Şef pilava ne bulduysa atmış. Tavuk, lama, karides vs. Çin yemeğindeki Peru etkisini anlayamadım ama çoğunu yedim. Akşam yemeği yemek zorunda da kalmadım üstelik. Göbeği şişirdim, hazmetmek için biraz daha yürüdüm. Şehir zaten bitti böylece. Ben de hostele döndüm.

Bu Point Hosteller aslında zincir. Peru’da bir çok yerde varlar. Eğlence hosteli olduklarını iddia ediyorlar. Ama Puno şubelerindeki barları halen inşaat halinde. Haliyle en üst katta çok fonksiyonlu bir oda var. TV seyrediliyor, sipariş verirseniz yemek yeniyor, bir tane buzdolabı var. Biranızı alıp deftere yazıyorsunuz şunu-bunu aldım diye. Etrafta üç beş kişi vardı. Biramı aldım oturdum. Dışarısı ufaktan buz kesmeye başlamıştı zaten. En kral aktivite olsa çıkılmaz. Derken fransız bir elemanla lak lak etmeye başladım. Sonra az ingilizce konuşan iki de arjantinli fırlama katıldı. Bir kısım huzur içinde tv seyrediyordu. Biz biralara devam ettikten sonra içki içme oyunu oynamaya karar verdik. Bütün bardakları ortaya koyuyorsun, bozuk parayı sektirerek bardakların içine sokmaya çalışıyorsun. Kimin bardağına girerse, o şahıs birayı yuvarlıyor. Para bütün bardakların ortasındaki boşluğa gelirse herkes içiyor. Masada para sekmeyince, tahtası daha kuvvetli bara geçtik. Parayı bamgüm sektirirken ve aynı zamanda kahkalar atarken vakit biraz geçti. Huzur içinde tv seyredenler kaçtı. Sonra iki de amerikalı kız geldi, onlar da katıldı oyuna. Çok hijyenik bir oyun değil, titiz insanlara tavsiye etmem, zira bozuk para bütün sektirmelerin yarısında yerde son buluyor. Ya da bardaktan çıkartılmaya çalışırken birinin ağzında. Böyle böyle herkes çakırkeyf oldu. Sonra hostelin sahibi ve yerel bayan şefi de bize katıldı. İskambil kağıdıyla başka bir oyuna başladık. Arada pisco falan da geldi gitti sanırım. Geceyarısı herkes iyiydi. En son arjantinli elemanları amerikalı kızlara ahlaksız tekliflerde bulunurken gördüm duydum. Ayıpladım. Ben sonra gittim yattım.

Ertesi sabah kalkınca da öğleden sonrası için tur ayarladım hostelden. Bazı yerel aileler yüzen adalarda yaşıyorlarmış. Bunlardan aslen 40-50 tane varmış. Tam günlük turlar biraz zayıf diye duymuştum. Ben de yarım günlük yüzen ada turunu aldım. Sabahtan az daha gezdim. Liman tarafını biraz kolaçan ettim. Burada yerlilerin küçük küçük dükkanları var. Fazla bir insan yoktu piyasada ama. Gerçi 2,5 soleye makul bir öğlen yemeği yedim. Hostele dönüp turumu bekledim. Öğleden sonra geldiler beni aldılar hostelden. Milleti toparladık minivanla. Limandan atladık pırpır bir kayığa. 30-40 dakika sonra ilk adaya vardık. Bu ada küçükmüş. 20 kişi falan yaşıyormuş. Adanın şefi geldi, maketlerle adayı nasıl yaptıklarını falan açıkladı. Bu sazlıkların üzerinde büyüdüğü toprak gibi hafif bir materyal varmış. Bunları bloklar halinde kesip birbirine bağlıyorlarmış. Üzerine de sazları atıyorlarmış. Evler falan sazdan zaten. Kayıklar sazdan. Adayı da taşlarla sabitliyorlarmış. Şu anda tek numara turizm tabi. Eskisi gibi öyle balıkçılık vs. pek yok gibi. Bana biraz crocodile dundee’yi andırdı. Bizim kafile adaya varır varmaz çocuklar kadınlar göstermelik birşeyler yapmaya başladılar. Dundee’de permatikle traş olurken hatunu görüp hemen bıçakla traş olmaya devam eder ya, onun gibi. Ama ne olursa olsun ilginç bir yaşam. Yürürken bile her an suya gömülecek gibi hissediyor insan. Adamlar anlattı biz dinledik. Sonra hediyelik eşya satma vakti geldi. Biz yaptık falan diyorlar ama şehirden aldıkları belli. Teşekkür ettik. Sonra sıra geleneksel kayıklarla öbür adaya gitmeye geldi. Bizim grup biraz kararsız kaldı. 5 sole diyorlar. Ben son anda bir daha mı gelecem Titicaca Gölü’ne (bu arada rehber bizi azarlarcasına buranın Lake Titihaha şeklinde telaffuz edildiğini söyledi defalarca. Yani siz de doğru telaffuz edin) diye kıydım paraya, verdim atladım kayığa. İyiydi. Öbür ada çay-kahve-yemek satmak üzerine kurulmuş. Fazla takılmadık. Bu adalarda ailelerle cüzzi bir rakam karşılığında gecelemek de mümkün. Bir eleman kalmaya karar verdi. Biz döndük.

İkinci ve son akşam da daha değişik bir ekiple içme oyununa devam ettik. Bir hintli asıllı ingiliz arkadaş, bir başka ingiliz, bir fransız, bir türk. Fıkra gibi. Son akşam da böyle geçti. Ertesi sabah La Paz’a biletimi ayarlamıştım. Sınır geçeceğim için yolculuk erken olacaktı. Bileti hostel’den almıştım. Otogara gidince anladım ki onlar bileti vermeyi unutmuş, ben de almayı. Üç telefon konuşmasından sonra yanlış firmaya benim biletim sizden diye ısrar ettiğimi anladım. Dördüncü konuşma doğru firmayla olunca son dakikada otobüse, boş kağıda yazılmış bilet numaramla binmeyi becerdim. Muavin beni azarladı bilet nerde diye. Unuttular vermeyi dedim. Neresi dedi? Point Hostel dedim. İç geçirdi, point, hep aynı hep aynı dedi. No recommend dedi. Ok dedim. Ne diyeyim. Sınırı bir şekilde geçip La Paz’a vardım. Aslında birkaç yere daha gittim ama yazmaya henüz vaktim olmadı. Bir dahaki yazıya artık…

2 yorum:

  1. anlatım çok iyi kitap okur gibi okudum tebrikler

    YanıtlaSil
  2. Ucuz otobüs bileti bulmak artık çok kolay. Online olarak internetten ucuz otobüs bileti https://www.3havalimanı.com/otobus-bileti satın alabiliyorsunuz. İnternet üzerinden hizmet veren onlineterminalim.com sitesinde bütün otobüs firmalarının seferlerini karşılaştırıp, en ucuz otobüs biletini bulup alabiliyorsunuz.

    Mis Amasya, Narlıca Seyahat, Nevşehir Seyahat, Niksarkale, Öncü Göreme, Öz Diyarbakır, Öz Doğu Kars, Öz Elbistan, Öz Erciş Seyahat, Öz Sivas, Mersin Vif, Mersin Villa, Metro, Özgül Bafra, Özlem Ardahan otobüs firmalarının online bilet işlemlerini https://www.3havalimanı.com dan yapabilirsiniz.

    YanıtlaSil