Özür Özür Özür…
Kolombiya son durak derken, azcık da eğlenelim dönelim derken, sonra dönüp gelip ne olduğunu kavrayalım derken bir baktım kim blog işini ihmal etmişim…
Kolombiya’yı tek yazıyla geçeceğim. Affınıza sığınıyorum…
***
Bogota uçağında Avustralyalı bir arkadaş edindim. Hindistan’a gidecekmiş, orayı methettim. Hatta kendi ülkem gibi anlattım. Oranın yeri ayrı kalbimde zaten. Vardık havaalanına. Kokalı şekerlerimden de başım belaya girmedi. Şehre indik beraber. Sonra bana dedi ki, o akşam Medellin’e gidecekmiş. Bir Kanadalı bir İngiliz kızla buluşacakmış. Zaten başkanlık seçimi vardı o haftasonu. Barlarda içki bile yok, hatta el altından bira içtiğimiz barı polis bastı, bardakları kokladılar. No alcohol no alcohol deyip illegal iş yapan barcı dostlarımızı koruduk. Hal böyle olunca ben de Medellin’e gitmeye karar verdim. İki kızla yalnız bırakmak olmazdı arkadaşı. Akşam gara gittik, otobüs bulduk. Kolombiya’da da araçları mezbaha gibi soğutmayı seviyorlar. Donduk. Sekiz saat dediler on saat sürdü. Vardık. Şehir garip şehir ama havası güzel.
Burası Pablo Escobar’ın kentiymiş. Kızları bulamadık. Kayıptılar. Black Sheep adlı hostele yerleştik. Hostel en azından bira satıyordu. Bütün gece alemi kapalıymış. Başkanlık seçimi sırasında üç gün yasaklıyormuş adamlar içkiyi. Nasıl içiyorlarsa artık. Biz de hostelde kalabalık ekip olarak kah kağıt oynayarak kah bira içerek vakit geçirdik. Ertesi gün için Pablo Escobar turuna yazıldık. Adamlar kapıda beklememize rağmen bizi unutup gitmişler. O da kısmet olmadı. Tepemiz attı, biz de uzun arayışlar sonunda rum satan bakkal bulduk. El altından alıp bir gece daha kurtaracağız hesapta. Omzunda küçük papağan olan adam bize yardımcı oldu, rumu makul fiyata aldık. Papağanın adı Lorenzo’ymuş. Kafasını sevdik. Hostelde kağıt oynayıp rum içtik. Ertesi gün Medellin’i gezdik. Şehirde hiçbir numara yoktu. Gece hayatı iyiymiş diye duyduk ama o da bize kısmet değilmiş. En iyi fikrin Karayip kıyılarına doğru uzamak olduğuna kanaat getirdik. Kızlardan da haber gelmişti. Onlar da Santa Marta’nın hemen yanıbaşındaki Taganga adlı kasabadalarmış, sahile inmişler. Biz güneye iniyoruz onlar kuzeye çıkıyoruz. Coğrafyalar enterasan tabi. Biz de oraya yollandık. Haritada bakınca ufak diye düşündüğüm Kolombiya’da otobüs yolculukları uzun sürüyor. 14 saat da sahile iniş sürdü. Otobüste bir Fransız bir Kanadalıyla tanıştık. Taganga’ya geçip hostelimize yerleştik. Diğer ekiple buluştuk.
İlk akşamı yavru gibi taze balıkları mangal yaparak açtık. Yanına bira, rum, ve aguerdiente denilen, rakı gibi ama azcık daha hafifi olan içkileri ekledik. Ekip iyiydi. Akşam da hostel-bar olan, tepeden kasabayı gören mekana devam etti herkes. Kafa kıyak olunca herkeste, deli dolu bir akşam yaşandı. Sabahlara kadar takılındı. Birkaç gün böyle gündüz deniz hamak, akşam balık mangal bira gibilerinden geçti. Ertesi gün 3,5 kilo balığı on dolara alıp geçtim yine mangalın başına. Yine ziyafet, akşamına yine eğlence. Üçkağıtçı kolombiya polisi o akşam iki arkadaştan 120 dolara yakın rüşvet almış, üzerinde uyuşturucu varmış iddiasıyla. Zaten Kolombiya’da ilerleyen günler üç kere üzerimiz arandı, bir şey bulsak da para tırtıklasak amacıyla. Cebine koysa da koyar hani. Ama bizim bu tür şeylerle işimiz olmadığı için kol böreğiyle yetindiler. Bir sonraki akşam da yine balık ahtapot yapıyorduk. Tam işin ortasında ayağımız bir şey soktu. Ben arı sandım. O sırada iki İsviçreli kız yanaştı, seni korkutmak istemiyoruz ama demin akrep gördük dediler buralarda. Ben o an anladım ki papazı bulduk. İki dakika sonra da ağzım uyuşmaya dişlerim kamaşmaya başladı. Hafiften panikledim. Ben ne bileyim Kolombiyadaki akrebin cinsini. Sonra sorduk soruşturduk. Bir arkadaşla doktoru ve kliniği bulduk. Ne iş dedi, akrep dedim. Korkma dedi, burda fazla zehirli değil bunlar. Aşı yapacaz dedi, tamam dedim. 36000 peso dedi, yok dedim o kadar. Sonra 30000’e düştüler, bir de ispanyolca kağıt imzalattılar. Çek senet değildir inşallah. Aşıyı da para işini garantiye alana kadar yapmadılar. Sonra yaptı aşıyı, alerjin var mı diye sordu. Ne bileyim, daha önce akrep sokmadı ki. Bir saat kalacaksın burada, bakalım şişiyor musun, ölüyor musun dedi. O arada benim eller ayaklar da uyuştu iyice, karıncalanmaya başladı, iğne batıyormuş gibi oldu etime. Denge azaldı. Bir saat bekledikten sonra iyiyim dedim kaçtım. 15 dolara maloldu aşı. Sallana sallana döndüm hostele. Mangalda 2,5 kiloluk balık var, çakallar yemeden yetişmek lazım. Dönünce, o sıcakta bile üşüme titreme geldi. Balığımı yedim bir de bira içtim yattım. Bir büyük içmiş gibi geldi zaten. Ertesi sabah hafiften toparlamıştım. Sonunda akrep de soktu anlayacağınız.
Yakınlarda Tayrona ulusal parkı vardı. Çok güzelmiş diye duymuştuk. Oraya gitmeyi, bir iki gün kamp yapmayı planladık. Çekirdek kadrodan başladık, sonra herkes gelmek istedi. Ortalık iyice karıştı. En son karar, kampa girişin pahalı olduğu, yerel çakal Carlos’un tavsiyesi üzerine, hemen yanındaki plajda beleşe kalınabildiği bilgisi üzerine buraya yönlenmekti. Sular alındı, gıdalar alındı, ama ne olursa olsun nerde çokluk orada bokluk. Bir türlü organize olamadık. Sonunda vardık ama işi ilk planlayan ben ve bir iki arkadaşın tepesi atmıştı. Ama kumsala varınca sinirler gevşedi. Topladığımız odunlar ve kütüklerle harika bir ateş yaktık. Yeteri miktarda rum olduğu için keyiflendik. Yemekler yendi, içkiler içildi. Denize, yakındaki nehre girildi. Arada yağmur bir iki serpiştirdi ama yağmadı. Sabah gün doğarken ve yağmur başladığında ateşin başında uyandım. Herkes bir yerde sızmıştı zaten. Gittim rasgele bir çadıra. Uyudum biraz. İki saat sonra da cehennem gibi oldu. Bu sefer de dışarı attım kendimi. Yine uyumuşum. Yandım. Hala soyuluyorum, bunca vakit sonra. Bir de hemen ormanın dibinde olunca kumsal, sinekler böcekler öldürdü bizi. Yanımdaki tek ATM kartını da burada kaybettiğimi anladım. Çantamı gece az tanıdığım Kolombiyalı bir elemanın çadırına bırakmıştım. Ben ondan şüpheleniyorum ama elimde kanıt yok. 20 dolarım, 10 bolivyanomla beraber kartta gitti. Yapacak bir şey yok. Aklı selim olanlar, uçuk olan ekipten kaçmaya karar verdi. Biraz manyak olan ekip kaldı. Ben aklı selimlerle firar ettim bu sahilden. O kadar çok kişi olmasaydı ve daha hazırlıklı olsaydık çok güzel bir sahildi. Birkaç gün rahat kalınırdı.
Buranın devamında Santa Marta’da kalmaya karar verdik bir iki gece. Gittik, şehrin en izbe oteline yerleştik. Ama dört dolar. Ben kamptan yamulmuş döndüğüm için tembellik ettim. Arkadaşlarda bir enerji bir enerji, onlar dağıttılar. Ben zaten borç parayla idare etmeye başladım. Malum, kart gitti. Buradan sonraki durakta Cartagena. Güzel bir şehir olduğunu duymuştum. Yine ekip halinde devam ettik. Bir kısım arkadaşlarla da orada buluştuk. Hostelimiz de gayet güzel. İlk akşam yemek yemek için sokağa çıktık. 500 metre yolda beş tane genç Pablo Escobar ve Tony Montana yanaştı. Free sample, kartım bu, adres bu diye mal satmaya çalıştılar bize. Teşekkür edip yemeğe otorduk. Yemek masasına bile yanaşıyor adamlar. Her gringo potansiyel kokainman onlar için. Arada meyve suyu satanlar bile şaşırtıyor. Bağırarak maracuya maracuya diyenler yakından geçerken kısık sesle kokain kokain diyorlar, bilinçaltınıza mesajlar yollamaya çalışıyorlar. İlk akşam da hostelin barında parti vardı, orada takıldık eğlendik. Uzun lafın kısası, son durak olmasından ötürü Kolombiya’da eğlenceye daldım. Bir daha mı geleceğim dünyaya deyince, insan dağıtıyormuş. Kültür turizminde burada başarı sağlayamadım açıkçası.
Ama doğruya doğru, evren artık dönmem yolunda mesajlar veriyordu. Akrep sokması, çalınan ATM kartı derken mesajları kavramaya başladım. 10,5 ay sonunda da hafiften yorulmuştum. Bu sebepten Bogota’ya devam edip, bir iki günde burada geçirip, dönüş yoluna düşmeye karar verdim. Biletimi ayırttım. Otobüs tabiki 24 saat sürdü. Bogota’da da iki bir sakin gün. Sonra havaalanı. Bir saat bekledim. Tam sıra geldi, check-in yapacağım, meğer uçaktaki rezervasyon badem olmuş. Tam hazırlanmışken geri dönmeye, şehre geri dönüp, helalleştiğim insanlara bir kez daha merhaba dedim. Lanet olsun dostum, git artık buralardan dediler. Üzüldüm. Bir gece daha geçirdim ve ertesi gün uçmayı becerdim. 11 aya yakın süren yolculuğum böylece sona ermek üzereydi. Artık dönüşü ve detayları ayrı bir kapanış yazısı yazarak anlatmam lazım. İçimden kapatmak gelmiyor ya… Tekrar alıp çantayı firar mı etsek???