31 Ağustos 2009 Pazartesi

Amritsar

Dünya seyahatimi yapıyoruz uzun dönem askerlik mi belli değil. 06:00’da kalktık yine, toparlanıp tren istasyonuna yürüdüm. Tren geldi, klimalı vagondan yer ayırttığım için gönlüm rahattı. Bindik, yerimizi bulduk, çantayı üst rafa koyduk. Hareket ettik, ama klimalı tren diye aldığımız vagon mezbaha çıktı. Taze ete +4 derece uygun görmüşler. Termokin çalıştırıyorlar sanki (Hasan Bey’e selamlar:)). Biz de güç bela uzanıp yağmurluğu aldık. Ama Çantayı fazla ileri itmişiz. Dört tanesine 10 rupi sayıp kahvaltılık aldığım muzlar erişim alanının dışında kaldı. Tren de kalabalık. Aç kaldım diye içlendim biraz. Yarım saat sonra kavruk bir çocuk bişeyler dağıtınca sevindim. Baktım poşet çay, iki de kraker, kahvaltı buldum daha da sevindim, hemen yuttum. Bir saat sonra ödediğim bilet parasının her kuruşunu helal etmeme sebep olan yemek ikramı da başlayınca yüzüm biraz daha güldü. Ulusoy’un Marmaris otobüslerinin yedide bir fiyatına daha iyi servis. Sonra çay bile geldi. Helal sana Hindistan Demiryolları!
Kuzeye çıkınca hava biraz serinler diye düşünmüştüm. Trenden inince böyle saçma sapan düşünceleri basit coğrafya bilgime güvenerek üretmemem gerektiğini bir daha anladım. Şehre gidip 7-8 tane oteli çantalarla gezince de feleğimi şaşırdım. İnsan evladı böyle terleyemez. Amritrar’da bulduğum en ucuz otele yerleştim sonunda.
Buranın görülmesi gereken yeri “Golden Temple”, Altın Tapınak. Sikhizm’in en haşmetli tapınağı burası. Bu inanç ise sistemi 15. yüzyılda Guru Nanak tarafından kurulmuş. Tek tanrıya, aynı zamanda yeniden doğuş ve karmaya inanıyorlar. Kast sistemini reddedip herkese karşı eşit yaklaşıyorlar. Bu tapınak aynı zamanda Hilal-ı Ahmer gibi çalışıyor. Turistler dahil olmak üzere gelenlere ücretsiz yatacak yer (denemedim sanmayın, bizden hızlıları doldurmuş burayı. Oysa ne muhteşem olurdu tapınakta kalabilmek), yemek ve su servisi var. Gönüllüler fabrikasyon mutfakta, serviste ve diğer her yerde harıl harıl çalışıyor. Ve yemekleri de oldukça leziz.
Tapınağa girerken kafanızı örtmeniz şart. Ben de turuncu bir bandana edindim. Ayakkabıları bovling salonlarında bıraktığınız gibi devasa ayakkabı servisine bırakıyorsunuz. Kapıda ufak havuzlardan geçip ayakları da temizliyorsunuz. İçeri alkol, tütün ürünleri kesinlikle alınmıyor. İşlemleri ve soruları atlatıp girince kocaman avlu gibi bir yere çıkıyorsunuz. Ortada devasa bir havuz ve ortasında da adacık ya da gemicik gibi duran Tapınağı görüyorsunuz. İlahiler sürekli, oldukça sesli bir şekilde yayınlanıyor. Ben önce kasetten sandım, fakat tapınağa girince rahiplerin canlı seslendirdiklerini görüp şaşırdım. Umuyorum bütün gün aynı rahipler değildir seslendirenler. Eğer öyleyse, vakt-i zamanında Haluk Levent mi denemişti en uzun konser rekorunu, halt etmiş. Ama o kadar dingin bir müzik ki anlatamam. Havuzun etrafında ki çok geniş mermer alanda, uyuyanlar, ibadet edenler, yürüyenler insana huzur veriyor. Kimileri havuza giriyor, ve sanırım arınıyorlar. Oturdukça sıkılacağınıza, daha çok oturasınız geliyor. Çok da cana yakın insanlar. Bu gavurun kutsal mekanımızda ne işi var demiyorlar, ufağı büyüğü gelip sempatik tavırlarla ülkenizi ve isimleri soruyorlar. Pek çoğuyla kısa kısa da olsa muhabbet ettim. Günün her saati farklı şekillerde parlayan tapınağın da fotoğraflarını çekmeye çalıştım. Hatta her sabah ve akşam tekrarlanan, kutsal kitabın taşınma ayinini seyretmek için gece bile geldim. Burası da gerçekten görülüp, yaşanmaya değer yerlerinden biri Hindistan’ın…
Amritsar’da ki ikinci günü ise sakin geçirdim. Tren biletimi almak istiyordum. Çünkü hem burada daha fazla kalmanın manası yok, hem de vakit az. Gittim ofise, burda öyle Delhi’de ki gibi turist bürosu da yok. Hem de Hindistan’ın çoğu yerindeki gibi, sıralar dikine değil, enine uzuyor. Bir iki omuz, geçtik tezgahın önüne. Jaipur’a da, Agra’ya da “sleeper” class dedikleri yerden yer var. Klimasız bu kompartmanların oldukça şenlikli olduğunu duymuştum. Yapacak bişey yok. Ben de Agra’ya aldım bileti. Oldukça ekonomik, ama aldıktan sonra 16 saat süreceğini biletten gördüm. Hindistan’ı yaşayacaksak bu kompartmanlarda er ya da geç yerimizi alacaktık. Gün yarınmış. Tabi bu biletle beraber almam gereken, çantayı trende sıkı sıkı bağlamaya yarayan zinciri de çarşıda sağlam bir tur atarak nalburdan aldım. Hatta eşşeği sağlam kazığa bağlamak için paradan kısmadım, 3,5 metrelik olanı seçtim. Sağlam üç tur çevirir, potansiyel hırsızı işlemine başlamadan psikolojik olarak çökertirim. Ne demişler: ne şeytanı gör, ne salavat getir.

Çarşıda da tanesi 5 rupiden patatesli ve sebzeli kızarmış börekçikvari şeylerden yedik. Yanına da süs biberi ve zencefil doğrattım. Biberler tatlı acı çıktı, yediklerimin tadını fazla anlamadım. Biraz hıçkırık, biraz gözyaşı, hepsini bitirdim vallaha. Çarşı dönüşü de kaybolup (sokaklar New York’ta ki gibi birbirini dik kesmiyor), alakasız bir yere çıktık beraber gezdiğim meksikalı arkadaşla. Aval aval geri yürürken baktık yolun karşısında davul dümbelek cümbüş var. Bakalım mı, bakalım. Sonradan düğün olduğunu öğrendik. Foto dedik, tamam dediler. Makineyi çıkarır çıkarmaz, Güliver’i de yıkan cüce ordusu çullandı üzerime. Az daha beni de yıkıyorlardı. Çektik veletlerin bir sürü fotoğrafını. Ama arkası kesilmiyor. Sonra büyükler biraz böğürdüler de sakinleştiler. Bu sefer de büyükler oturttu bir yere. İyi başlamıştık ama kaçamaz olduk. Biri kola tutuşturdu, biri şekerleme verdi, sonra bir teyze alnıma şans için kırmızı çizgiyi koydu (yarın trende lazım, iyi oldu). Ben de dalmışım düğünü seyrediyordum. Tren için biraz meyve almıştım, sevimli velete bir de muz verdim. Sevindi. Aradan on dakika geçti, veletler gülüşmeye başladı. Kafayı çevirdik napıyor sevimli ufaklıklar diye. Anaaa, Bizim muzlar uçmuş. Allahtan elmaları bırakmışlar. Sevimli suratlar bir anda iblisimsi gözüktü gözüme. Dedim “ne muzmuş arkadaş ya, bize trende muz yemek nasip değilmiş demek”. Potasyum açığımızı Agra’da gideririz artık. Aşırma olayına rağmen sevimli veletlerdi. Haklarını yemeyeyim.

Sonunda tren var, uyuyacağız ayağına kaçmayı başardık. İkramlar da zayıflamıştı zaten, ve gitme vakti gelmişti...
Geldim otele, yazıyı yazarken de hızla geçen varlığı kıstırıp inceledim. Beyaz bir kertenkele. Yapacak bir şey yok. Yatak vakti geldi, yarın sabah içtimasına yetişmem lazım...

1 yorum: