3 Kasım 2009 Salı

Phnom Penh

Festival - Yarışçılar

Otobüslerle ilgili yazmadan edemiyorum maalesef. Son yazımda atladığım bir detayı hemen yazıp rahatlayayım. Otobüs kıyaktı allah için. Yazmak istediğim başka bir şey. İyi otobüslerde tuvalet ve televizyon var. Laos’ta tv olan otobüslerde genelde karaoke videoları oynatılıyor. Genelde doğada çekilen bu kliplerde bir grup gitarlarıyla şarkı söylüyor, siz de altta yerel dilde takip etme şansını yakalıyorsunuz. Gerçi şans kısmı tartışılabilir. Laos’tan Phnom Penh’e giderken ise Laos’tan değişik olarak Rambo II’yi koydular. Kmerce anlamakta biraz güçlük çektiysem de uzun süre takip edebildim. Sonlara doğru uyuyakalmışım. Uyandım. Tv’ye baktım. Rambo ucunda patlayıcı olan oklarıyla rus helikopterlerine saldırıyor. Vietnam’ın yağmur ormanları çöle dönmüş. Hindistan’da dediğim gibi tekrardan “ne içirdiniz lan bana?” dedim kendi kendime. Film bitmiş, adamlar üçüncüsünü koyup devam etmişler meğer. Uyku sersemi tam idrak edememişim başta. Bence süper hareket. 12 saati bulan yolculuklarda Baba serisini koysalar, bütün yolu kurtarabilir insan…

Phnom Penh’de ise şöyle bir şans / şanssızlık oldu. Yağmur mevsiminin bitimine tekabül eden günlerde “Water Festival” dedikleri su festivali kutlanıyor. Üç gün süren bu festivalde ülkenin her yerinden gelen insanlar ve şehrin sakinleri Tonle Sap Nehri’nin kıyısına akıyor. Ülkede hayat duruyor. Kürekli kayıklara doluşan yarışçılar nehirde üç gün boyunca yarışıyorlar. Havai Fişekler atılıyor, eğlence, yeme içme devam ediyor festival boyunca. Nehir kenarı seyyar satıcılar, her türlü ama her türlü (yılan, hamamböceği, çekirge, meyveler, tatlılar vs.) gıda ürününü satan insanlar, yarış sırasını bekleyen kürekçiler tarafından dolup taşıyor. Çocuklar koşturuyor oynuyor, insanlar gülüyor. Bu festivali kıyısından da yakalamak şans kısmı idi. Şanssızlık ise üç gün boyunca duran hayat sebebiyle, zaten kısıtlı olan vaktimde şehri istediğim kadar gezememiş olmak. Pek çok gezilecek yer ve dükkanlar kapalıydı. Başka zaman rahat vermeyen tuktukçular bile ortadan kayboldular. Muhtemelen nehir kenarında kafa çekiyorlardı. Makul fiyatlara satılan Angkor Beer (Ülke’nin bayrağı dahil herşey Angkor’la bağlantılı) de içilir hani. Hele de mevsimlerden festival mevsimi ise. Kızmadım kimseye. Üç gün de doya doya eğlenmek, dinlenmek herkesin hakkı.

Şehre dönelim. İlk günün sabahı Tuol Sleng Soykırım Müzesi’ni ziyaret ettim önceden tanıdığım birkaç arkadaşla beraber. Burası önceden lise olan, fakat Kızıl Kmerler’in yönetiminde, 1975-1979 yılları arasında hapishaneye çevrilmiş. Sınıflar küçük hücrelere ve işkence odalarına dönüştürülmüş. Doktorundan rahibine, sanatçısından kendi parti üyelerine kadar pek çok insan burada işkence görmüş, öldürülmüş. Müzede işkence odalarını, buradan geçen insanların fotoğraflarını, insanın içine girmekte zorlanacağı hücreleri, işkence aletlerini, kurşunlanmış kafataslarını görebiliyorsunuz. İnsan bir garip oluyor. Soykırım burada ne ilk defa olmuş, ne de dünyada son defa olacak. Her soykırımda artık bu zamanda bu nasıl olur diyor insanlar, ve soykırımlar yaşanmaya devam ediyor. Devam da edecektir mutlaka. Kızıl Kmerler’in lideri Pol Pot kendi görüşleri doğrultusunda ülke nüfusunun üçte birini katletmiş. Rakamlar farklılık gösterse de üç milyon civarında Kamboçyalının bu rejim sırasında öldürüldüğü düşünülüyor. İnsan diyecek bir şey bulamıyor, sadece kar gibi bir surat ve hafif bulanan bir mideyle gezebiliyor bu kanlı mekanı. İnsanın içindeki canavarın, kafasındaki fikirlerin, paranoyasının yapabileceklerinin bir üst sınırı yok. Ara ara unutsak da böyle yerler bize hatırlatıyor kötülük potansiyelimizi. Oldukça da büyük bir potansiyel maalesef.

Kötülük kısmından ilginçliklere geçeyim biraz da. Burada türlü türlü yiyecek bulmak mümkün. Şehir turunda pazarlara da uğradım. Genel olarak Güneydoğu Asya pazarları birbirine benzese de burada hamamböceği, yılan ve örümceklere rastladım farklı olarak. Duymak başka ama görmek başka. Kızartılmış ya da ızgara olarak satılan bu hayvanlar bizim gözümüze biraz değişik gözüküyor tabi. Hamamböceği ve fare yiyebileceğimi sanmıyorum. Büyük konuşmak istemem gerçi. Ama şişteki yılanı denedim. Fena da değildi. Dünyanın en yumuşak eti sayılmaz ama çerez niyetine arada yenebilir. Çıtır çıtır gidiyor vallaha. Henüz örümcek yeme şansım olmadı ama bulursam bir dahaki sefere denemeyi planlıyorum. Farklı yerler, farklı kültürler, farklı ağız tatları. Bu arkadaşları bizim memlekete götürsek, onlar da masada gözleriyle bize bakan kelleye garip bakabilirler, bilemiyorum.

Kamboçya’nın bir diğer enterasan tarafı ise para işleri. Ülkede dolarla harcama yapıyorsunuz. Kendi para birimleri riel pek rağbet görmüyor. ATM’lerden dolar çekiyorsunuz. Restoran ve marketlerde dolar harcıyorsunuz. Rielle de ödemek mümkün tabiki. Ama menüler halk pazarında bile dolarla. Dolar veriyorsunuz, bozuk parayı riel olarak alıyorsunuz. Bir doları da 4000 Riele sabitlemişler (gerçek kur 4200 civarı). Kafalarına göre oynuyorlar parayla. Para üstü verirken 4000’den, rielle ödemeye gelince 4200’den hesaplanıyor. Birileri bizi seviyor ama yapacak bir şey yok. Gülümseyip paraları harcamaya devam ediyoruz. Aç mı kalalım yani?

Son olarak, her yer kapalı olduğundan ben de Phnom Penh’i burada kapatayım. İstediğim kapsamda gezemedim açıkçası. Bir daha gelmeye bahane olsun diyelim. Ama sokakları arşınlayıp festival ortamını yaşadım. Toplu taşıma olmadığından motoruyla taşıma yapan insanların ulaşım araçlarını kullandım (arkaya oturup gidiyorsunuz). Lüks berberde kafayı kazıttım iki dolara, bir dolara saçımı yıkattım. Kafaya bir masaj yaptı abla, az daha temiz kafayı bir daha yıkatıyordum. Kollamam gereken çantam olmasa (bütün dünya bizim çantanın peşinde ya) uyuyabilirdim. Bir şişe Jim Beam’i 8 dolara aldım (içmek amaçlı değil, hatıra amaçlı). Ve Siem Reap’e doğru otobüse bindim. Şimdi sallıyorsunuz diyeceksiniz, bu otobüste de Rambo serisinin dördüncüsü olan “John Rambo” filmine denk geldim. Üç günde Rambo manyağı yaptılar vallahi. Seyretmemiş olanlara dördüncüsünü tavsiye etmiyorum, hele Kmercesini hiç. Dünyanın yeni yedi harikasından biri olan Angkor Wat sırada…

1 yorum:

  1. Ezberbozann Efeeee, harika maceralarını çok sürükleyici bir roman gibi en baştan okumaya başladım. Başlamaz olaydım, iki gündür çalışamıyorum, işe gelip seni okuyorum :)

    gözlemlerin, tasvir yeteneğin ve kara mizahın bu gezdiğin yerlerle birleşince okunmaya doyulmuyor..

    Bungeede ben atlıyormuşum gibi yüreğim ağzıma geldi. Ne cesurmuşsun da anlamamışız yahu! Anladığın gibi biraz gerideyim ama Tayland'a geldim bugün!

    Öpücükler! psst katmandu'dan kart attın mı bana?
    Yaprak

    YanıtlaSil