25 Ocak 2010 Pazartesi

Byron Bay

Nerde Kalmıştık. Evet, Byron Bay’e gidiyordum. Otobüslerde ne zamandır bir şey olmamıştı. İnternetten biletimi almadan başka bir firmanın fiyatlarını kontrol etmiştim. Önceki kontrol ettiğim firmanın otobüsü gece 23:00’teydi. Benim aldığım firmanın otobüsü ise 22:30’da. Benim aklımda 23:00 kalınca, erken çıktığımı sanarak, gayet salına salına, ağar ağar vardım otobüsün kalktığı yere. Kaçırdım mı otobüsü? Tabiki hayır. Şanslı adamım ben. Ama vardığımda saat tam 22:30’du ve adamlar bagajı çoktan kapatmışlardı. Ben tabi bir sonraki ne zaman gelecek diye sordum. Manyak mısın sen, bu son, geliyorsan atla yoksa uza dedi. Binen son kişiydim. Ananemim sözünü dinlemem lazım artık sanırım. Erken gitmek lazım nereye gidiyorsam. Byron Bay’e tam 12 saat sürdü. İstanbul-Marmaris arası da bu civarda olduğu için alışkınım. Sıkıntı çekmeden vardım.

Gittim 100 metre aşağıdaki hosteli buldum. Hostel dememek lazım zaten. Devasa bir bina. Kaç yatak var bilmiyorum ama 400-500 arası olmalı. Zaten hosteller zinciri bu Nomads. Yer Byron Bay olunca gecesine de 42 Avustralya doları aldılar. İçim acıdı. Ama mekan kıyaktı, yalan yok.

Yüksek sezon olmasından dolayı etraf tıklım tıklım. Burası bizim güney gibi. Ne yapılır diye sorarsanız, akşam hostelin avlusundaki aktivitelere katılınır, biraz demlenilir, sonra da piyasada ki barlara devam edilir. Gündüz de açık okyanus kıyısında güneşlenilir, yapanlar sörf falan yapar. Daha çok dinlence (dinlenen yok ya) ve eğlence yeri. Ben de üç gün kaldım. Yapılacak tek aktivite olan tepedeki fenere yürüdüm. Bu fener Avustralya’nın en doğu noktasındaymış. Öyle sıradan bir fenerle karıştırmamak lazım yani. Aşağıdan yakın yakın gözükmesine rağmen çık çık bitmedi o tepecik. Akşam yemeği kuru kuru gitmesin, boğazımda kalmasın diye aldığım biralar ağırlaştı elimde. Ama sonunda arkadaşlarla vardık tepeye. Manzara muhteşem. Bizim gibi pek çok insan da akşam yemeğini, şarabını, birasını alıp fenere gelmişler. Günbatımı da çok güzel olacak gibiydi. Son dakikada araya giren bulutlar işimize biraz taş koydularsa da harika bir akşamüstü oldu. Yemeğimizi yedik, biralarımızı içtik. Dönüş yolunu ise zifiri karanlıkta yaptık. Akabinde dışarıda biraz turladık.

Cheeky Monkey’s diye bir bar var. Son akşamımda ıslak t-shirt yarışmasına denk geldim. Çeşit çeşit ülkeden kızlar malvarlıklarını cömertçe sergilediler. Biraz utandım. Kızların da utanma htimaline karşı başka tarafa bakmaya çalıştım. Arada gözüm kaydı. Kızlar benim kadar utanmamışlar belli ki. Islak ıslak hasta olma ihtimallerinden korkup üzerlerindekini tamamen çıkarmışlar, dans ediyorlardı. Son geceyi de böyle kapattım. Çıkışta canım kebap çekti. Girdim dönerciye. Lütfü’ymüş elemanın adı. Biraz geyik yapıp devam ettim. Gittim uyudum. Aslında bir gece daha kalacaktım ama bizim hostel doluymuş. Bir iki yere daha baktım ama onlar da doluydu. Boş olsa da pahalı. Ben de son dakikada bir otobüs ayarlayıp Sidney’e dönmeye karar verdim.

Döndükten sonra kalan birkaç günümü sakin geçirdim. Gerçi arada Sezgi dostumun aklına uyup birkaç delilik yaptık ama kayda değer şeyler değildi. Biraz daha Bondi Beach’te takıldık. Bir iki şehir turu. Arada bizim vize çıktı, gittim pasaportu ayarladım. Yeni Zelanda’ya geçme vakti geldi. Uçağımı ayarladım. Yeni istikamet Auckland. Kiwiler ne yiyor ne içiyor, yıllardır meraktayım. Ülke de güzel olsa gerek. Hem akabinde Brezilya’da karnaval bekliyor. Bir terslik olmazsa ona yetişeceğim. Avustralya’yı uzun uzadıya gezemedim doğrusu ama bunun acısını Yeni Zelanda’da çıkaracağım…

1 yorum:

  1. Islak tshirt yarışması ha ???? Ya biz seni dünya turuna gönderelim,başka başka kültürler tanı,müze gez diye,sen git ıslak tshirt yarışmasına katıl.Biz dönünce doğal güzellikleri,tarihi eserleri sorucaz sana,ıslak tshirt yarışmasını sormıycaz,kesinlikle sormıycaz !!!!!

    YanıtlaSil