3 Nisan 2010 Cumartesi

Punto Arenas

Buraya gideceğimizi duyan insanlar çok gerek yok aslında demişlerdi. Fazla bir şey yok demişlerdi, doğruymuş. Atladık geldik, bir gün kalır geçeriz dedik. Arayıştan sonra ucuz bir hostel bulduk. Makul gözüktü. Havalar serin, ama kırmızıya boyanmış kalorifer petekleri akşama sıcacık bir yatak vadetti bize, biz de sevindik. Akşamüstü şehiri azcık gezip geri dönünce anladık ki, petekler yerde duruyormuş, boruları, bağlantıları yokmuş. İlk akşam titretti vallaha. Sabaha gittim sahibine dedim ki, ısıtıcı koy bari, yok ki dedi. Hosteli yeni açmışmış, inşallah nisanda tadilatla bağlatacakmış kaloriferi. Ama ekstra birer battaniyeyi çok görmedi en azından da ikinci gecemiz göreceli olarak daha ılıktı.

İlk gün öğleden sonra çıktık turladık, fazla bir numara yok hakkaten. Zaten sezon sonu. Sakinleşmiş. Gidip penguen falan mı görsek dedik ertesi gün için. Sorduğumuz şirket bir tek pazarları tekne kaldırdıklarını söyledi. Hergün gidenler de çok para istiyorlardı. Biz de Ushuaia’da yeteri kadar vaktimiz var diye çok zorlamadık açıkçası. E napalım napalım derken, Barış’ın sitesinde okuduğumuz Kral Yengecinden tadalım bari dedik. Buranın kıyak restoranını aradık bulduk. Menü’ye baktık, paraya kıyamadık. Aramızda hemen fısıldaştık, istişare yaptık. Utanmadan balık lokantasındakilere balık halinin yerini sorduk. Ben olsam git kendin bul derdim, bu arkadaşlar haritada yerini gösterdiler. Aradık bulduk. Üç dört tane küçücük dükkan vardı. Sonunda son dükkandaki yaşlı teyzenin tezgahından iki kiloluk levreği 12 YTL’ye tekabül eden bir rakama alıp temizlettik. Teyzeye teşekkür edip yol üzerindeki marketten soğan, sarmısak, patates, limon, ekmek, iki litrelik şarap ve pisco (bahsetmiştim, değil mi?) edindik. Balık pişene kadar limonlu piscoyla, sahteci hostelin soğuğuna inat, içimizi ısıttık. Balık pişince de şaraba başlayıp ısıyı içimize hapsettik. Zaten tek masa var, yanda yemeğe benzemeyen birşeyler yiyen çift var. Acıdık, patatesinden bol, balığından az bir tabak verdik. Sevindiler. Keşke daha çok verseymişiz, ertesi gün, Engin’den aldığımız tiyoya istinaden, yiyebildiğin kadar ye restoranında canavarlaşmaya karar verdik çünkü. Şarap bitti, pisco bitti, uyuyana kadar sıcaktı ama sabaha karşı titretti sahte kaloriferli oda.

Ertesi gün de özlediğimiz tat olan menemenle açtık günü. Şehirde görülecek yer olarak mezarlık tavsiye ediliyor. İlginç olduğu söyleniyor, yazılıyor. Gittik mezarlık ziyareti yaptık. İlk gördüğümüz kısmında, ön tarafı takriben 80x80x50 cm kadar olan camekanların, arka tarafında da mezar odasının bulunduğu betonarme blok mezarlar vardı. Yapma çiçekler, ve kaybedilen sevilenlerin sevdiği, hayatıyla özdeşleşmiş eşyaların, hatıraların sergilendiğini camekanlar insana garip hissettiriyor. Ölüm ve mezarlarla ilgili yazmak gerçekten zor oluyor. Hindistan’da Varanasi kentinte de ölü yakma törenini seyretmiştim fakat anlatmakta güçlük çekmiştim. Burası için de tarif zor. Zincirlikuyu’dan geçerken içeri girmeseniz bile, yoldan gördüğümüz “Her canlı bir gün ölümü tadacaktır” yazısı bizi nasıl geriyorsa, ölümle ilintili her yer ve her şey de aynı şekilde insanı geriyor, nefes almayı zorlaştırıyor. Ama bir taraftan da hayatın basitliğini, gereksiz detayları sallamamayı hatırlatıyor. Ben de ilk sıkıntılı hali üzerimden atıp, mezarlığın mimari ve kültürel farklılıklarına yoğunlaştım. Ölenle ölünmez oğlum Efe dedim. Bu bizim bildiğimiz tarzdan çok farklı olan mezarları fotoğrafladım.

Yatık haçlar, mermer haçlar, ev şeklinde mezarlar, küçücük çocuk mezarları (küçük tabutlar insanı bir farklı üzer ya, bu da onun gibi) derken tamamını turlayıp, neredeyse üç saat geçirdik mezarlıkta. Çıkıp derin bir nefes aldık. Gerginliğimizi alsın diye hostele uğrayıp birer pisco attık. Hava da soğuk, yardımcı olur. Açık hava acıktırmış. Gidelim açık büfede ne varsa süpürelim o zaman dedik. Gittik. Ben bir teknik hata yaptım, iç bakla ve piyaz gibi fasulye görünce bunlarla kendimi çok tıkayıp, et bölümüne üç tur dönemedim. Ama Tansu sağolsun, kanımı yerde koymadı, dört tur döndü. O aldığın ne diye sordum, anlamadım, anlamayınca da koy dedim adama dedi. Kafamı ileri geri sallayarak bu şık hareketi onaylayıp takdir ettim. Keşke az piyaz yeseydim dedim kendi kendime. Ama olsun, fasulyeden de yeteri kadar protein alınır diye teselli ettim kendimi. Ama aklıma hemen hayvansal proteinlerin çok önemli olduğu, bu yüzden vejeteryanlığın aslında çok da iyi bir şey olmadığı aklıma geldi, hislendim (Lahanacı Seher’e saygılar). Dombili Köfte, Baykuş Hasan olduk, yuvarlanarak hostele döndük. İçmeye bile yer kalmadı. Erkenden, battaniyelere sarılıp sarmalandık, uyuduk.

Sabaha yolumuz uzundu. Ushuaia’ya gidecektik. Sandviçler dürüldü, meyveler yıkandı, savaşa giden yeniçeriler gibi azığımız hazırladı. Ucuz otobüs firmasının otobüsü açılsın diye bekledik soğukta. Sağlamcı Eda bizi 45 dakika önce çıkardı Hostelden, beş dakikalık yol olmasına rağmen. Ofis açıldı, otobüs bugün yoktu ki dediler. Hemen öbür firmaya koştuk. 3000 peso fazla bayılıp biletimizi aldık. Puerto Natales’ten beri sürekli karşılaştığımız uğursuz Brezilyalı kızı yine gördük. Sülalemin bütün bıyıklıları adına deyip, otobüsün arkasına geçtim. Sınır işi kolay oldu. Yalnız ikinci sandviçimin yarısında varınca, hızlı yedim, tadına varamadım öğlen yemeğimin. Gümrükçü kız bizim meyveleri bulunca aptala yattım. Yasak olduğunu söylediği gün gibi aşikardı. Ben işaret parmağımı kulağıma doğru tutup, kafayı salladım. Bir daha tekrarladı. Ben de benim hareketi tekrarladım. Hadi bu seferlik geç dediğini, önde oturan arjantinli çocuk sonradan söyleyince anladım. Sokacağımız iki elma iki muz. Sanki tohumunu ekip faunasına zarar vereceğim. Ama Arjantin gevşek ülke, seviyorum burayı. Hedefe varmadan son bir detay öğrendik. Otobüsten minübüse aktarıldık. Buradan sonra katırlarla devam edeceksiniz dediler, bir de üçer peso gardan çıkış parası talep ettiler. Biç üç kişi sekize başladık sevindik. Çantaları abuk sabuk yerleştirdi adam, sonra birini aşağı salladı. Çanta Arjantinli çocuğunmuş, noluyor dedi. Adam da burada işler böyle işler diye karşılık verdi. Çocuk ben de buralıyım dedi. Şöför de sen Buenos Aireslisindir, anlamazsın sen dedi. Çocuk bizden turist oldu. Neyse, düşe kalka vardık dünyanın sonuna. Ne varsa sonunda…

1 yorum:

  1. Efe artik senin yedigin hayvan ve bitki hibriti garip yaratiklar, sen de ne yedigini bilmiyosun ki...Etoburluktan cikti durum. Bazen Sissy fena olmiim diye bu fotoya bakma, yorumun burasini okuma diye sansurluyor kızcağız. Mutant yiyosun orda sen... Miden iki fasulyeyle bayram etmistir . Gel buraya endoskopi falan yaptırıcaz sana...

    YanıtlaSil