17 Nisan 2010 Cumartesi

Ve Buenos Aires

Şehre varışımızı ve yaşamaya başlamamızı biraz detaylandırarak gireyim yazıya. Daha apartmanıza girerken, geldiğimiz memleketten ve şehirden şüphe ettirecek bir kişiyle karşılaştık. Esmer gür saçları, favorileri, bıyığı, boynundaki zinciri ile Hamza Abi. Daha sonra öyle adlandırdım kendisini. Bizim Apartmanın görevlisiymiş, tam nerdeyiz biz diye düşünürken İspanyolca girdi muhabbete. Yerimizi kavradık orada, çak Huliyo deyip geçtik. Köşede 6 Peso’ya pizza satan pizzacıya gittik Tansu’yla yerleşir yerleşmez evimize. Kurt gibi açız. Milletin elinde numara bekliyorlar. Kıçımızı yırttık, anlatamadık derdimizi, alamadık numaramızı. Ama dükkanı da terketmedik. Köşede omuzları düşürüp beklemeye başladık (neden böyle yaptık bilmiyorum). Adamlar sonunda acıyıp “gel hadi gel, ne istiyonuz bakiyim” dediler, yüzümüz güldü, tezgaha koştuk. Kapatmak üzerelermiş aslında. Bir jambonlu (islami usüllere kesilmiş, dana jambon), bir margarita bir de napolitana söyledik. Yanına da 2 litrelik kola. Sanki ramazan sofrası… Yorulmuşuz, bira almaya halimiz kalmadı. Sonra da televizyonun karşısına geçtik. 7,5 aydır yatağa yatıp film seyretmemiştim. İki film birden yaptım. Star Wars’ların yenilerinin son ikisi. Bu kadar kötü olduklarını unutmuştum. Bizim genç padawan Tansu’ya TV guide bulma ödevini verdim, daha iyi filmler bulmak adına. Benimle yaşayacaklarsa belli kuralla uymaları gerektiklerini izah ettim. Anladılar… Evet, girişimizi böyle yaptık bu güzel kente…

Muhitimiz güzel, çabuk alıştık. Biraz yerleşik hayata başladık, doğruya doğru. Elde bira, balkonumuzda takıldık. Karşı apartmanda yaşayan üç öğrenci kızın, günbegün ve kademeli olarak, önce ilk perdesi kapandı, sonra öbürü, derken panjurları yarıya indi, sonra tümden kapandı. Sanırım Tansu’nun zoom objektifi takıp makineye, lokal insanların hayat tarzını yakından inceleme sevdası da bunda etkili olmuştur. Mahallede balkonda takılan tek tipler biziz zaten. Başka kimse yok dışarıda. Kıllanan adam gibi, sabah kahveyle, akşam birayla sokaktan geçenlere korku saldık, ve salmaya devam ediyoruz. İlk birkaç gün dinlenceden sonra, şehri de ufak ufak gezmeye başladık. Ev Recoletta’da, biz de kaybolan kedilerin evi araması gibi, küçük daireler çizerek başlayıp, dışa doğru devam ederek, şehri tavaf etmeye başladık.

Recoletta’nın mezarlığı meşhur. Görülmesi gereken yerlerin başında. Fotoğraflarda güzelliğini görebilirsiniz. Çok fazla fotoğraf koymamaya çalıştım, mazallah bu kadar haç resmiyle misyoner damgası yiyip, sakata gelmek de var. Ama mezarlık gerçekten çok ilginç. Kendi içinde bir şehir. Sokakları, meydanları, büyük ve küçük ev gibi mezarları, camları, heykelleri, bakımlısı bakımsızı derken sizi içine çekiyor. Anlamadan üç saate yakın geçirmişiz içinde. Arada Eva Peron’un mezarını bile tarif ettim birilerine. Biraz elle kolla oldu ama buldular sanırım. Düz git, sola dirsek yap, sağa dön, siyah mermerli ve bol çiçekli olan… Kaptırınca kendini anlamıyorsun ama çıktığın zaman dışarı, bir derin nefes alıyorsun. Ne de olsa mezarlık… Hemen kapısının önünde park var. Gerçi Buenos Aires’in yer yerinde park var, ve de çok güzeller. Her parkta çimenlerin üzerinde takılan gençler, yürüyüş yapanlar, köpek gezdirenler, daha kalabalık olanlarında müzik yapanlara rastlıyorsunuz. Arada köpek sevdiklerini de vurgulayayım. Ne kadar çok köpek sahibi ve haliyle köpek var, anlatamam. Kaldırımlarda yürüyüş, Hindistan benzeri bir gerginlik veriyor insana zaman zaman. Orada inek burada köpek pisliğine dikkat etmek zorundasınız. Recoletta’ya dönersek, mezarlığın etrafında bol miktarda cafe ve restoran konuşlanmış. Turistlerden de rağbet gören bir bölge. Biz de Onur’un tavsiyesini dinleyip bir timeout dergisi almıştık. O gün müydü değil miydi hatırlamıyorum ama dergiden bulup Cumana adlı restorana gittik. Geleneksel yemeklerden tavsiye edilen güveçlerden sipariş ettik. Eda’nın şansına sosisli kurufasulye, Tansu’ya etli türlü, bana da balkabaklı et düştü. Dadından yiyemedik. Sonra ekmek söyleyip sıyırdık. Üzerine de 10 Peso’ya Mate sipariş ettik. Döndere döndere içtik acı Mate’yi. Yerlilerinin dümeni kıyak zaten. Bazen gelip bir Mateye saatlerce işletmeyi işgal ediyorlar. Biz en azından yemek yemiştik, terbiyesiz adamlar. Bir ikinci kere de sadece mate içmeye gittik, ama ilk seferinde çok yediğimiz için vicdan azabı çekmedik hiç. Saatlerce oturduk yine acı mateyi döndere döndere.

Sonra bakalım neler yapmışız. Bir pazar günü San Telmo’ya gittik. Ben ilk transit geçişimde bir gün geçirmiştim Bu bölgede. Tecrübeliydim. Eda ve Tansu’yu tuttum ellerinden götürdüm San Telmo’da ki Defensa sokağına. Bu sokak baya bir uzun, ve girişinden sonuna kadar, aklınıza gelebilecek her türlü ıvırın zıvırın satıldığı tezgahlar açılıyor Pazar günleri. Şehrin en eski kesimi olan San Telmo yerlisi yabancısı ile doluyor, cıvıl cıvıl oluyor. Haftaiçide uğramıştık zaten, iki halini de biliyoruz. Sakin zamanında da antikacılar, marjinal butikler, plakçılar, incik boncukçular vs. var. Haftasonunda bunlar arka planda kalıyor, tezgahlar ve sokak gösterileri ön plana çıkıyor. Sokak göstericileri arasında davullarını çalan gençler, gitarını çalan amca, tangocu yavru bayanlar ve dans partnerleri, klasik müzik yapan sanat okulu öğrencileri (öğrenci kimliklerine bakmadım ama öyle yakıştırdım. Blog benim değil mi? İstediğimi yazarım), hayali arkadaşıyla danseden başka bir yaşlı amca var. Kek, empanada (poğaça benzeri, içi dolu hamurişi, kapalı kenarı işlemeli), sandviç vs. satan tiplerde geziyor ortalıkta. Haftasonu hem eğleniyorlar, hem de ufaktan ceplik yapıyorlar. Yürümesi çok kolay değil bu yolda, ama bir o kadar da keyifli. Bir de Parillacı (etçi var), orda lomo sandviçe hiç acımayın. İki tarafını da azcık kızartsın yeter. Eti lokum gibi. Meydana ulaşınca, yine tezgahlar var etrafta, ama bunların yanında cafeler de var, sürekli devam eden tango show’da var. Akşama buralarda da devam etmek mümkün. Burası şehrin hippi şubesi zaten. Şarabını birasını açmış bileklik satan vatandaşlarda burada hep. Ara ara kekik kokusunu yine duydum, sanırım.

Bir Perşembe de Plaza de Mayo’ya, uğradık. Bu ülkenin 30000 civarı kayıp insanı var. Ve yıllar geçmesine, arada kendileri de yitip gitmesine rağmen, kalan anneler hala gelip burada seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Dikilitaşın etrafında yürüyorlar pankartlarıyla, hoperlörle yapılan yoklamaya “burada” diye cevap veriyorlar, yakalarında kayıp çocuk ya da çocuklarının resimlerini taşıyorlar. Adaletsiz kalmak ve yavrularının mezarlarını bilmemek suratlarına yansımış zaten. Yine de ara ara gülümsüyorlar çizgili yüzleriyle. Eda bu kısmıyla ilgili daha güzel bilgiler verdi, ona da bir bakın derim. Plaza de Mayo’dan hemen yakındaki Florida caddesine geçiş yapıp burada da takılmak ilginçti. Görüntü anında değişiyor. Burası da Beyoğlu gibi, sadece yayalara açık, uzun cadde. Daha modern. Dükkanlar, alışveriş merkezleri, pasajlar, tezgahlar, restoranlar vs.ler var. Bir uğramakta fayda da var. Şehrin en etkileyici yeri değil ama görmek iyidir. Biz ara caddelerden birindeyken (oldukça kalabalık cadde yine de, şehrin tam göbeği), duyduğumuz bağırtıya döndük. Amcanın birisi nasıl bağırıyor. O sırada 15 yaşındaki iblis yanımızdan ışık hızıyla koşarak geçti. Cüzdanı elden mi kaptı, cepten mi bilemem ama 10 küsur şeritlik caddeyi kırmızıda, çarpılmadan aşmayı başardı. Gariban yaşlı amca takip edemedi tabi. Siniriyle oturdu kaldı. Her yerde oluyor bunlar ama yakınen görmek sinir bozucu. Bizde bırakın cüzdanı, cepte para bile yok. Yine de ceplerin fermuarlarını şöyle bir kontrol ettik, gayri ihtiyari…

Arada Eda’nın nasıl beleşe kapattığını anlayamadığım bir şehir turu yaptık. Minibüsle şehri gezdik. La Boca’da Tango seyrettik. Renkli sokakları gezdik. Gece sakatmış, turumuz zaten gündüzdü, sallamadık pek. Bunların yanısıra müze ziyaretleri de yaptık ki, kültür seviyemizi de belli bir oranda stabilize edelim, aşağı düşürmeyelim. Bazı tabloların heykellerin karşısında uzun uzun durdum, yorumlamaya, gizli mesajları kavramaya çalıştım. Olmadı. Bazılarında kısa kısa durdum, hiç anlamadım. Kendisi de bir sanatçı olan Tansu kardeşim, zaman zaman teknikleri anlattı. Çok enteresan gelmedi. Özellikle soyut resimler karşısındaki tavrım kendisini derinden yaraladı. Müze çıkışı küstük. Sonra barıştık. Sonrasında gezerken, şehrin anıtlarını ve buraya anıtları dikilmeye değecek işleri yapan büyük adamların hikayelerini kafama kazıdım. Vay be deyip takdir ettim. İyi kazımamışım, unuttum, yazamıyorum. Ama hepsi internette var. Eda bizi bol bol yürüttü, zinde kaldık. Tansu’yla gün geldi, bir bira içsek şurada diye, yalvarmak durumunda kaldık Eda’ya. Kültür paragrafı kısa kalsa da kültürümüz kısa kalmadı ama.

Bir iki akşam da güzel et yedik haliyle. Palermo Hollywood’da ki ki Las Cabras’tı galiba mekanın adı. Çok beğendik. Zaten kurt gibi açtık, menüden bunu bunu getir dedik kıza. Bir garip baktı. İlk tabak sakatat tabağıymış. Genişten tahtanın üzerine koyup getirdiler. Böbrek, ciğer, bağırsak ve bir de hala ne olduğunu bilemediğim organa bir daldım, akıllara ziyan. Arada şarabı da yudumlamayı ihmal etmiyorum. Boğazımda kalmasın diye. Asıl et tahtamız sonrasında gelince, dönen gözler doymaya yakın olan mideye baskın geldiler, ete de aynı hızda hücum ettik. Bir ona bir ona, bir ona bir ona derken tahta neredeyse boş kaldı, mideler neredeyse patladı. Tabakta bir tek kan muhteviyatlı, koyu kırmızı renk sosis kaldı. Onu da önceden sevememiştik zaten, o gün de yiyemedik. Üstelik o gece ananemi dinledim, ekmeksiz yiyip bitirdim hepsini, şişmeyeyim, bitirebileyim diye. O kadar et ve bir şişe şaraba kelle başı 35 Peso (10 US$ = 15 TL - Bora Bey’e teşekkürler, saygılar) ödedik. Aslında biraz daha aza tekabül ediyor ama ben yuvarlayayım. Bu mekanı Arjantinli arkadaş Tomas’tan öğrenmiştim. En son şöyle gezecez, böyle eğlenecez diye atıp tutuyordu, sonrasında sırra kadem bastı herif. Tavuğuna kışt mı dedik ne? Çözemedim. Ama yine de sağolsun, et lokantası başarılı çıktı. Eve yuvarlanarak döndük vallaha o gece.

Palermo tarafında gece hayatı da güzel ayrıca. Pek çok eğlence mekanı bu bölgede yer alıyor. Biz burada her akşam çıkıp dağıtmadık, ama bir iki ufak ziyaret de yapmadık değil. Gece burada geç başlıyor. Biraz araştırmayla hangi günler, hangi mekanlar güzel, bulmak mümkün. Hafta içi çıktığımız bir gece, rastgele bir yere girdik. Orada bir numara yoktu. Bir Perşembe doğru yeri bulduk, iğne atsan yere düşmezdi. Vallaha bu Arjantinliler eğlenceyi seviyor arkadaş, yalan yok. Biz pek tasvip etmedik, sadece gözlem yapıp dostlarımızı bilgilendirelim diye biraz gezdik o kadar. Bu gözlemlerimin sonucunda, Arjantinli kızların şu ana kadar gezdiğim ülkeler içinde, oransal ve orantısal açıdan en takdire şayan olanları olduğuna kanaat getirdim. Bunlar karışmış, güzel olmuşlar. Bazı yerler karışmış, eciş bücüş olmuşlar. Çözemedim, anlayamadım. Bu ara nottan sonra mekanlara dönersem, eğlenceli şovlara da denk geldik. Bir mekanda kabare şeklinde başlayan gösteri rapçi gençlerle devam etti. Marmaris’te var bunlar gibi bir iki grup genç. Otellerde barlarda ha bire takla atıp duruyorlar. Votka toniği çok kaçırırsanız seyretmeyin, başınız dönüyor, mideniz bulanıyor. Daha entersesan şovlara da denk geldik ama detaylara gerek yok. Fırsatı olanlar Buenos Aires’e bir uğrasın derim… Sidney’i de çok övmüştüm, ama burayı da oranın yanına eklerim. Azcık ispanyolca ile fethedilebilecek ve buna değecek bir şehir. Günahıyla sevabıyla şehir gibi şehir vallaha…Yaşa BA!!! Şimdilik bu kadar. Daha vakit var buralarda. Devamını getiriceğim…

6 yorum:

  1. tangocu yavru bayanların da fotoğrafları eklenecek mi?

    YanıtlaSil
  2. Onlar bizim tarafta Hirondella,
    zooda'lardan eda

    YanıtlaSil
  3. Senin taraf benim taraf yok... hepimiz aynı taraftayız. hepimiz aynı gemideyiz. ama evet, bir dahakine tangocu bayanları daha detaylı çekeceğim. sözüm söz:)

    YanıtlaSil
  4. mailde anlat o zaman ayrıntıları :)

    YanıtlaSil
  5. ya hocam ne güzel başlamıştın,ne güzel okuyorduk keyifle.yazılar azaldı,gidilen yer azaldı,gördüğüm kadarıyla zaman da azaldı.ahhh ah.biraz haylkırıklığına uğradım açıkcası.eda ve tansu 15 mayıs da dönecek,sen onlarla dönme değişik yerlere git.(tabii zaman,sabır,bütçe önemli)mesela uçağı senegalde durdur,oradan devam et gezmeye
    hüseyin

    YanıtlaSil