22 Mayıs 2010 Cumartesi

Arequipa ve Colca Kanyonu


İlk geceyi bir şekilde kıytırık bir yerde geçirdim. Ertesi sabah çantayı sırtlanıp dolaştım. Bu şekilde olmadı. Son çare internetten bir yer bulup gidip yerleştim. Küçük, sakin, sevimli bir hostelmiş. Merkeze de yakın. Daha önce de söylemiştim, Arequipa ikinci büyük şehir Peru’da, ve eski binaların inşasında kullandıkları sillar (türkçesini bulamadım) adlı beyaz volkanik taştan dolayı beyaz şehir diye anılıyor. Alçak yer de değil hani. Şehir 2,400 metrede. Yükseklik biraz sersemletiyor. Arkasında üç baba dağ var. Hepsi Ağrı Dağından yüksek, karlı zirveli. Biri Misti. Aktif volkanmış. Şehir olarak baktığımda güzel şehir. Plaza de Armas, Katedral, 500 senelik manastır, güzel kiliseler var.

İlk günü sakin geçirip ikinci gün şehri dolaştım. Santa Catalina Manastırı’nı çok övüyorlardı. Şehir içinde şehir tabiri kullanılıyor burası için. 30 sole alıyorlar girişte ama paraya değecek yer. Rahibeler yüzyıllarca dış dünyadan soyut biçimde yaşamışlar bu manastırda. Odaları gezebiliyorsunuz. Haliyle bir yatak, bir döşek, duvarda bir haç, bir mutfak. Hapishaneden bir farkı yok, sadece burada tanrı sevgisiyle gönüllü kalıyorlar. Benim kalbim azcık sıkıştı o odaları görünce. Ama avluları, rengarenk duvarları, bakımlı bahçeleri ile çok güzelmiş manastır. İki üç saat sürüyor gezmesi. Buradan çıkıp kalan kiliselere de baktım. Akşam olmuştu. Belli ki Perulu kardeşlerimiz dindar. İşinden çıkan kiliselere uğrayıp duasını ediyor, mum yakıyor, hiç olmadı önünden geçerken bir haç çıkarıyorlar. Eski sokakları binaları güzelce ışıklandırmışlar. Akşam vakti de gezmek ayrı güzel.

Arequipa’ya gelenler Colca Kanyonu’na gidiyor mutlaka. Dünyanın en derin kanyonuymuş. Ben de hostelde ayarladım turu. Kimisi trekking yapıyor ama bunun için sabah üçte kalkıyorlar, yedi sekiz saat yürüyüş, yükseklik derken benim gözüm kesmedi. Mis gibi otobüsle gezmek varken ne işim var dağlarda yürümekle diye düşündüm. Sabahın köründe kalktık yine de. Vatandaşlar 45 dakikak geç geldi. Yol uzun. 3,5 – 4 saat sürüyor. Rehber akşamdan kalma gibi. Sanki eziyet ediyoruz adama. Yükseklik hastalığını anlattı. Bol bol su için dedi. İyi dedik. İki günlük turun ilk gününde bir numara yok. Yolda birkaç yerde durup manzaraya baktık. Lama ve Alpacalara sataştık. İlk gün konaklayacağımız Chivay adlı kasabaya vardık. Öğle yemeği için restoranda durduk. 20 soleymiş. Millet tam kek, sorgusuz sualsiz daldılar restorana. Ben önceden duymuştum bu işleri. Şehir merkezini sordum. Gittim orada takıldım. Bir sokak ayinine, bir cenazaye denk geldim. Dindar demişlerdim bu arkadaşlar için. Kilisenin arkasındaki dağa kocaman haç kazımışlar. Merkezdeki markete daldım. Üç soleye tavuklu pilav ve salatayı ısmarladım. Lezizdi. Abla da süper abla. Nerelisin sorusunu anladım. Dedim Turkiya. Bilemedi. Tuzluğu aldı, burası Peru, 180 derece açı yapıp burası Turkiya mı gibilerinden birşeyler söyledi. Yalan değil, hakikaten dünyanın öbür ucu. Si dedim. Yok mu amigolar, solo musun dedi. Si dedim, tek tabancayım dedim. Zor senin işin evlat gibilerinden hafif dudak büküp kafa salladı. Yemeyi yedim, ablanın fotoğraflarını çektim. Helalleştik. Burası da Hindistan gibi, foto dedin mi hemen para. Yiyip içtin mi çekmek kolay ama gerisi para almadan pek gönüllü olmuyor. Restorana geri döndüm. Güzel yemek kaçırdın dediler. Güldüm. Onlar turist yemeği yiyip şehri görmeden geri dönecekler. Ben bir saate baya birşeyler sığdırdım en azından.

Otellere dağıttılar bizi. Bir de termal varmış. Millet ona gitti. Ben üşüyen adamım zaten, gitmedim. Zaten ne havlu var ne mayo. Otel daha gündüzden mezbaha gibi, buz gibi. Adam Andlarda 3000 metrede otel yapmış, ısıtma koymamış. İlginç değil mi? Ben 2 yorgan üç battaniyenin altında biraz kestirdim. Akşam yemeği varmış. Bu da turist tuzağı ama uyumsuz olmamak için folk danslarının da sergileneceği bu neşeli akşam davetine katılmaya karar verdim. Beş kişilik grup yerel müzikleri çaldılar. Boy boy fülütlerden türlü türlü sesler çıkarttılar. Dans grubu iki kişiymiş. Kostüm değiştirip üç ayrı oyun oynadılar. Ben yemekte lamanın kardeşi alpacanın etini denedim. Gündüz ne şirin de, fotoğrafını çek, akşam ne leziz de, etini ye. Biraz ihanet oldu ama eti fena değildi. Bütün bu folklorik öğelerin ardından bahşiş faslı başladı. Herkes birer ikişer atınca biz de mecburen attık şapkaya para. Bu turist işleri, organize turlar öldürüyor beni. Küfrettim. Ordan otele attılar bizi. Daha gündüzden buz gibiydi. Akşamı anlatamam. Uyudum mu uyumadım mı bilmiyorum. Tam uyuyakalıyorsun, sonra titreyerek uyanıyorsun. Bu ritüel baya bir tekrarlandı geceleyin.

Ertesi sabah yine karga bokunu yemeden kalktık. Kanyonun içlerine doğru ilerleyip dev condorları göreceğiz, turun en önemli aktivitesi bu. Kahvaltı edildi. Otobüse atlandı. Yolda bir iki yerde durduk. Herkes turist avında. Lamalı, alpacalı yerliler, kafasında kartalıyla bekleyen abla fotoğraf için bekliyorlar. Türlü türlü hediyelik satanlar her yere yayılmış. Dünyada turistik olmayan tek yer yok herhalde. En son condorların görülebildiği miradora vardık. Vardığımızda 6-7 tane uçuyordu havada. Millet başladı fotoğraflara. Ben çayı kahveyi çok içmişim, altıma yapmak üzereyim. Aşağı kademedeki tuvalete koştum. Geri bir geldim, ortada condor falan yok. On dakikada nereye kaçtı bu şerefsiz kuşlar. Çözemedim. 45-50 dakika bekledik. Bii tanesi uzaktan süzüldü. Hepi topu o. Şansıma ve mesaneme sövdüm. Başka bir iki kıytırık kuşun fotoğrafını çekip teselli aradım. Geri dönüşte de yer yer durduk, manzara seyrettik. Adamlar teraslama sistemi yapmışlar, tarlalar açmışlar. Verimli de bölgeymiş burası. Görüntüler harika. Nehir akıyor, teraslarda yeşilin, sarının türlü tonları var, göletler var. Gökyüzünde bulutlar bir acaip. Chivay’a geri döndük. Yine soktular turist restoranına. Bütün millet girdi. Ben yine şehre kaçtım. Üç farklı yemeği 4 soleye yuttum. Sokaklar bir başka oluyor vallaha. Dönüş yoluna başladık. Dört saat sürdü. İki günlük turun yarısı yolda geçiyor ve yorucu. Vakit varsa üç günlük daha makul bir opsiyon. Aslen o akşama otobüste yer ayırtmıştım ama feci bir baş ağrısıyla döndüm geri. Bileti değiştirtmek zorunda kaldım. Yüksekliği fazla küçümsemişiz herhalde. Hayatını deniz seviyesinde geçirirsen olacağı bu. Ama yine de yılmadım, ağrı kesicimi attım, sığ birkaç amerikalının muhabbetinden orta yaşlı fransız ablayla kaçmaya karar verdik. Irish Pub da iki bira biraz bilardo derken birşeyciğim kalmadı.

Akşama Puno otobüsüne bineceğim. Puno Titicaca gölününün hemen yanında, 3800 metrede. Bolivya sınırına yakın. Zaten hedefim oradan La paz’a geçmek. Kıytırık otobüsten almışız bileti belli ki. İkinci kere başıma geliyor Peru’da yazayım. Herkes oturunca muavin video kamerayla gezip herkesin suratını kaydediyor. Güvenlik üst seviye anlayacağınız. Tam cam kenarına yerleştim. Dallamanın biri geldi, burası benim dedi. Yedi numarayım işte, orda resmi var, 7 cam kenarı, 8 koridor. Israrcı çıktı dümbük. İyi dedim geç. Ama suratına da azcık türkçe sövdüm. Sabah dört buçukta son durak diye dürterek kaldırdı muavin beni. Hemen hemen herkes inmiş. Çantaya bir baktım, Eda ve Tansu’dan aldığım su matarası yerinde yok. Şişe koyduğum gözden götürmüş herifler. Kesin o yanımda oturanın işi. Kamerada suratlar kayıtlı, e matara nerde, bunun kaydı nerede, yok. Çanta yerinde diye sevindim artık, herşeyim onun içinde. Bundan sonra daha dikkatli olmak lazım. İndim, hava buz gibi tabi. Ayılana kadar garda 20 dakika kadar oturdum. Millet televizyon seyrediyor. Baktım olacak gibi değil, burada beklenmez (neyi ve niye bekliyorum, onu da açıklayamam) çıktım dışarı. At hırsızı kılıklı taksicilerden birine point hosteli biliyor musun diye sordum. Si dedi. 5 sole dedi (aslında vermem ya, sabah sabah biraz tırstım). Sokaklarda bir allahın kulu yok ama salimen getirdi bizi mekana. Resepsiyonda eleman vardı da yırttık. Bazı yerler gece tamamen kapatıyor çünkü. Puno’ya da böyle vardım. Göle nazır kurmuşlar burayı. Daha çok Bolivya ve Peru arasında gidip gelirken durulan bir transit şehir. Az takılayaım da La Paz’a gideyim…

2 yorum:

  1. Dünyayı turlamanı oturdugum yerden takip ediyorum. Bir gun ben de yaparım umarım. Seni okumak bir daha nereye gidicek diye beklemek cok zevkli:)

    YanıtlaSil
  2. Takip ettiğiniz için teşekkürler. Umarım siz de yaparsınız bir gün... İmkan olsa da biraz daha şaşırtabilsem keşke...

    YanıtlaSil