20 Haziran 2010 Pazar

Copacabana

Geldik yine göl kenarına. Ama bu sefer Bolivya tarafı. Bir önceki sefer Puno’da, Peru tarafında kalmıştım. Puno ufaktan bir şehirdi ama Copacabana tam kasaba. İki dolarlık lokal otobüsüme atladım. Otobüs dediğim aslında minibüs. Çantayı attılar tepeye. Yerleştim yerime. Yanda geçnten bir veler anasıyla oturuyor. Şöför zaten müzik açmış, bir de velet cep telefonunda boktan popüler şarkılar çalmaya başladı. Biraz direndim ama sonunda yeter lan dedim. Anası anladı da kapattırdı telefonu. Zaten velet de korktu biraz. Sandalvari feribotla gölü geçip dört saat sonra vardık kasabamıza. Küçük Puno burası ama daha sevimli. Hostel gibi bir yer bulamayınca makul bir rakama otel odasına yerleştim. Boş otelde beni dördüncü katta odaya verdiler. Her iniş çıkış Ağrı Dağı tırmanışı gibi. Yine 3800 metrelerdeyim, malum. Geceleri de buz. Uyku tulumu + battaniye ile uyunuyor. Hiçbiryerde ısıtma yok. Gerçi neyle ısıtacaklar adamlar. Odun desen odun yok, başka kaynak desen başka kaynak yok.

Kasabaya gelince… Bir sokak, bir katedral, ve Puno’nun yüzen adalarının yerine Güneş ve Ay adaları var. Sokakta göreceli olarak fiyakalı cafeler mevcut var. Güneşi yakaladınız mı dışarıda oturmak güzel. Gölgeye denk geldiniz mi soğuk. Bir iki günü tembellikle geçirdim. Gece dışarı çekmeye değecek biryer de yoktu. Ben de sakin geçirdim. Kaçak DVD’ler bir liradan satılıyor. Uzun zamandır film seyretmemiştim. Üç beş tane film aldım. Cips ve kola eşliğinde, uyku tulumunun içinde film seyrettim. Bir gün katedrali ziyaret ettim. Mağrip stilinde inşa edilmiş. Arka tarafında mum yakılan ayrı bir bölümü var. Önce biraz bakındım. Sonra dışarı çıktım. Mum satan teyzeler üstüme fazla gelince sevaptır dedim, hepimiz tek tanrılı dinlerin mensubuyuz dedim, Allah beni kiliseden de duyar dedim, 10 tane mum aldım. Girdim, teker teker yaktım mumları, diktim yerlerine. Sonra rüzgar esti, birkaçı söndü. Biraz kıllandım. Hayra alamet miydi bilemiyorum ama dileklerimi diledim. Dünya barışı ve sağlık istedim öncelikle. İyi bir ofis işi ve kariyer diledim. Daha başka şeyler de diledim. O kadar mum aldık 10 Bolivyano verip. Hakkım var, di mi? Mumlar yanarken hakkım yanmasın…

Sonra ada ziyaretlerini yapayım dedim. İlk tekne sabah sekiz buçukta. Kalktım. Hava buz kesiyordu. Yağmurluydu. Bu havada adaya gideni dedim, gittim yattım. Öğleden sonra bir buçukta da tekne var. Ona atlarım dedim. Normal şartlarda Güneş Adası’nda üç saatlik yürüyüş yolu varmış. Onu yapacaktım. Her nedense hala yapabileceğimi düşünüyordum öğleden sonra gidersem. Güç bela öğleden sonraki tekneye yetiştim. Dediler ki bir buçuk saat yol var, orada bir saatin var, sonra tekneye atlayıp geri dönüyorsun. Biraz hayalkırıklığı oldu. Tam adasına da gölüne de söverken Pampas turundan tanıdığım çok kral ingiliz zenci çift dostlarımı gördüm. Önceden ayarlamışlar turu. E sen de gel dediler. İyi ben de geleyim dedim. Tur rehberleri çok tatlı Bolivyalı bir hatun. Katılabilir miyim dedim. Sorgusuz sualsiz tabiki dedi. Sadece tekne parasını verdim, katıldım dostlara. Adaya vardık. İlk yokuşu tırmanınca anladım ki zaten bu yükseklikte üç saat ada yürüyüşü bana göre değilmiş zaten. İyi ki uyumuşum sabahtan. Adada ilk iş, ufaklığın biri yapıştı yakama, kolye de kolye al diye. Baktım gitmiyor, sole var peru parası var dedim. İyi tamam deyince bir liraya kolye aldım. Daha kime vereceğime karar vermedim. Ucuz olduğuna bakmayın, manevi değeri çok. Hem enerjisi yüksek. İyi davranın bana, belki sizin olabilir.

Tepeyi tırmandık, daha sonra teknenin bizi alacağı tarafa doğru yürüdük. Bu ada İnkalar için kutsal. Sonuçta güneş zaten kutsal. Burası da Güneş Adası. Çeşmeler vardı yolda. Biri aşk, biri zenginlik, biri de bilmemne getiriyormuş. Ben az akan zenginlik çeşmesinden içtim. Para olunca gerisi gelir dedim. Hem diğer çeşmelere biraz daha eğilmek gerekiyordu. Belim ağrımasın diye zahmet etmedim. Sonuçta altın kural, altını olan kuralı koyar. Para çeşmesi yeterli. Teraslama sistemiyle baya tarım yapıyorlarmış burada. Yolda dev fasulyelerden araklayıp taze taze yedik. Bilmem kaç çeşit patates varmış. Onları anlattı sevimli rehberimiz. Sonra tapınağa vardık. Burada acaip enerji olduğunu, ışığın bile farklı gözüktüğünü iddia etti. Fotoğraflarda bak bak görüyor musun ışığı dedi. Bir şey görmedim ama evet dedim. Tapınağın merkezinde kalp şeklinde kocaman bir taş vardı. Bu ne şekil dedi. Ben kalp diye atladım. Bildiiinnn dedi. Sevindim. Tapınağın çeşitli yerlerinde, fotoğraf çekmeyi sevmeme fakat çekilmeyi sevmememe rağmen, zorla fotoğraflarımı çekti rehberimiz. Ama o kadar iyi niyetle ve keyifle yapıyordu ki bu işi, kıramıyorsunuz hatunu. Baya bir gizemli gibi anlattı bu tapınağı. Sadettin Teksoy programı gibi hissettim.

Bu kısa ama güzel turumuzu bitirdik. Dönüşte kaptanımız kıçtan takma motoru iple kenara bağladı. Ayağı ipe koydu. Rehberlerden biriyle kağıt oynamaya, bira içmeye, koka yaprağı çiğnemeye başladı. Koka yaprağından bize de ikram ettiler. Beleş diye çiğnedim. Hem yükseklerde iyi oluyor. Kaptan bir kere önüne bakmadı ama iskeleye kadar dümdüz geldi. Özendim vallaha adama. Hergün aynı şeyi yapıyor ama az kağıt oynayıp biraz da bira içerek gülümsemeyi beceriyor. Tebrikler. Dönüşte sorgusuzca bei de gruba dahil eden rehberimize biraz da bahşiş verdik. Öpüştük, helalleştik. Bana alabalık yemem için bir yer tavsiye etti. Akşama gittim, iki dolara alabalığımı yedim. İyiydi. O akşam arkadaşlarla helalleşip Cuzco’da buluşmaya karar verdik (sonradan beceremedik bir türlü). Ben son akşamımı da sakin geçirdim. Aslında güneş adasında konaklamak da mümkün hazır gelmişken. Güzel olabilirdi ama denk getiremedim. Bir gün yolunuz düşerse aklınızda olsun. Ertesi sabah yol üstünde Puno’da bir gece daha kalmaya karar verdim. Point hostel’de çalışan kızlara uğrayacağıma söz vermiştim. Üç dört saat sürüyor. Sınırı geçtik. Sayfa az kaldığı için memura tam buraya basar mısın damgayı diye anlatmaya çalışırken gitti boş sayfaya koydu damgayı hayvan. Kızdım biraz. Ama artık vaktimiz de azaldı seyahatte. Bu tür şeylere kızmamak lazım. Dünya görmüş insanız, di mi??? Point’e gittim. Ortalıkta çok az insan vardı. Güzel bir gün geçirdim. Akşama bana ha bire Pisco Sour ikram ettiler. Ben de iki viski çaktım üzerine. Otobüse çiçek gibi gittim. Yolculuk rahat geçti, ta ki….

3 yorum:

  1. üslubun çok keyifli, asker arkadaşlarını toplamış da anlatıyor gibisin:)))

    YanıtlaSil
  2. sen bu 'dünya görmüş adamız' lafını 20-30 yıl kadar satarsın bize; bir daha istanbul'dan adımını dışarı atmasan bile! kafa ütüleyecen gibi bi his geldi:)korkuyorum!!

    YanıtlaSil
  3. yarin bahsettigin gunes adasinda kalmayi planliyorum. madem onermissin..

    YanıtlaSil