2 Haziran 2010 Çarşamba

Uyuni ve Salar De Uyuni

Bolivya yazısına Uyuni ile başlamak istiyorum. La Paz’a geldim. Hatta La Paz’a üç kere geldim. Muhtemelen daha da gidip gelebilirim. Bu sebepten ötürü bu şehirle ilgili yazımı biraz ileriye bırakıyorum. İlk gelişimde 3 gece kaldım. Sonunda, Salar de Uyuni turunu önce yapmaya karar verdim. Puno’da tanıştığım İngiliz arkadaşla konforlu olduğunu düşündüğümüz turist otobüsünden biletlerimizi aldık. Varınca ofise anladık ki fena geçirmişler bize. Makul bir komisyona ara ara razı oluyorsunuz. Yoksa firmaya gittin geldin aynı paraya geliyor. Ama belli ki Bolivya’da kör tuttuğuna, topal yakaladığına komisyon geçiriyor. Aklınızda olsun, firmadan alın biletinizi. Yolculuğumuz gece olacaktı. Bindik dokuzda. Tavuk pilav bile verdiler. Ama film var demelerine rağmen film koymadılar. 11-12 saatlik yolun son 5 saati toprak yolda. Toprak ama düz de değil. Zıplaya zıplaya, çantalar düşe düşe gidiyorsunuz. Gece otobüs teklemeye başladı. Motor dondu dediler, ne demekse. Biraz gittik biraz durduk. Sonunda vardık. Şehir bu üç günlük turlar üzerine kurulmuş. Pek kalan eden yok. Sabah gelip tura katılıyorlar, dönünce de basıp gidiyorlar. Millet önceden 700 Bolivyano vermiş almış turunu. Ben akıllıyım. Gidince hallederim demiştim. Nitekim de öyle yaptım. Arkadaşın turu aldığı acenteye gittim. Aldık elimize hesap makinesini. 600’den açtı defteri teyze. Hesap makinesinde yazışa yazışa 530’a bağladım. Takriben 65-70 dolar olması lazım. Üç günlük yediğin içtiğin yattığın tur için fena değil. Sonuçta, otobüsten iner inmez tura katılmış oldum.

Bir bir buçuk saat vakit öldürdük. Onlar hazırlıklarını yaptılar. Cip geldi sonunda. Çantaları, tüpü, suyu ıvırı zıvırı attık üst tarafa, bindik araca. Normal şartlarda altı kişi sığdırıyorlar. Şansımıza beş kişiydik. Bir Hindistan asıllı İngiliz, bir Amerikalı, bir İtalyan, ben, bir de Bolivyalı bu cipte kader ortaklığı yaptık önümüzdeki üç gün için. Bolivyalı hatun ABD de yaşıyormuş. Tercümeleriyle hayatımızı kurtardı. Yoksa şöför abi ara ara ispanyolca anlatıyor gönlünce. Yola koyulduk. İlk durak tren mezarlığı. Onbeş dakika durduk, fotoğraf çektik. Sonra tuz çölüne doğru yollandık. Girişinde ilk molamızı verdik. Bazı evler tuzdan tuğlalarla yapılmış. İlginç geldi. Evde tuz biterse komşuya koşmak yok elde fincanla. Duvarı kırıyorsun. Ama kolonlardan olmaz, deprem yönetmeliğine aykırı. Burada tuz işinde çalışan bir ailenin günde 40 Bolivyano (6-7 USD civarı) kazandığını öğrendim. Fukara ülke maalesef. Tuz çölüne girişimizi yaptık bu duraktan sonra. Tuzları tepecikler halinde biriktirmişler. Kürekle küreye küreye topluyorlar tuzları. İlginç görüntüler oluşmuş. Tuz müzesine uğradık. Bazı gruplar orada öğle yemeklerini yiyorlardı. Tuzdan masalar sandalyeler vardı. Ama bizim asıl hedef Balık adasıymış. Tekrar yola koyulduk. Yansımalardan dolayı herşey bir acaip gözüküyor. Yağmur yağınca çok ama çok daha güzel oluyormuş. Ama mevsim yağmur mevsimi değil. Uzaktan balık adası gözüktü. Tuzdaki yansıması ile bütün olunca balık gibi gözüküyor hakkaten. 10 dakikaya varırız derken bir türlü varamadık. Ada az az büyüyor ama bir türlü varamıyoruz. Ne öğrendik, tuz çölünde mesafeler yanıltıcıymış. Belki bir buçuk saat sürdü varmamız.

Varınca bir baktık ki kocaman bir kayalık, üzerinde dev kaktüsler. Öğle yemeğimiz hazırlanırken adayı gezmek mümkün. Ben altıma yapmak üzereydim, arka tarafa dolandım. Hacetimi giderip tersten tırmanmaya başladım. Tepeye varınca normal giriş yapan arkadaşlarıma rastladım. Meğer giriş ücretliymiş. Ben beleşe getirmiş oldum şansa. Daha bir güzel gözüktü herşey gözüme. Dev kaktüsleri ve uçsuz bucaksız tuz çölünü seyrettik hayran hayran. Açık hava acıktırdı, kurt gibi atıldık öğle yemeğine. Sonrasında biraz aptal fotoğraflardan çektik. Pringles kutusuyla türlü numaralar denedik. Bizim grup yeteneksiz çıktı. Bir türlü istediğimiz kareleri yakalamadık. Ben de milleti teselli ediyorum daha üç günümüz var diye. Acaip numaralar yaparız diye. Araca atlayıp bir saat sonra tuz düzlüklerinden çıkınca dank etti. Daha tuz muz pringles beyazlık yokmuş. Sırf çölmüş anasını satayım sonrası. Üzüldüm. Bir buçuk iki saat daha yol aldık. Dağbaşında bir köye geldik. Biz üç elemanı sadece üç yatağın ve çantaların sığabileceği bir odaya koydular. Güneş battı, hava buz kesti. Yapacak bir şey de yok. Bakkal bulduk. Oyun kağıdı ve Sangrina içkisinden aldık. Sert içki, iyi gelir soğukta, ısınmak lazım. Döndük geriye. Bolivyalı kız biz burda sıcak çaya karıştırırız bu içkiyi dedi. İyi dedik, denedik. Güzelmiş. Biraz demlendik, asshole adlı oyunu oynadık. Bir asshole bir de shithead gezginler arasında popüler oyun. İyi gidiyorlar arada. Özellikle dağbaşlarında. Sonra yemeğimizi yedik. Şöför ve aşçımız da bizle geziyor haliyle. Aşçımız Jackie baya başarılı işler çıkartıyor az imkanlarla. Sonra foto makinesinin pilini şarj edeyim dedim. Beş bolivyano dediler. Şaka sandım. Gerçekmiş. Duş da beş papelmiş. Aklım ermedi. Sonunda pes edip ödedim beş papeli de şarj ettim pili. Soğuktu, duş yapmadım. Ama bir ben pis değilim, rica ederim, kimse yapmadı. Yemekten sonra az daha takıldık. Yatak vakti geldi. Nasıl soğuk anlatamam. Uyku tulumu ve üç battaniyenin altında anca uyuyabildik. Sabah çıkmak zor oldu yataktan.

İkinci güne kahvaltı ve cipin arızasıyla başladık. Hortumlardan biri patlamış. Bir saat gezindik ortalıkta, beklerken. Hortum bulundu ve yola koyulduk. Çölde yol aldık. Her tarafımız yanardağlarla çevrili. Şu aktif şu değil falan diye anlatırken şöförümüz Henry, bir de lastik patladı. Ama sürekli olduğu için bu hadiseler, alışkınlar, çabucak değiştirip yola koyulduk. İkinci gün dağlar ve lagunlar arasında geçti. Etkileyici renkler, dev dağlar, renkli göletler, flamingolar derken akşamı ettik. Bol bol fotoğraf çektik. Ulusal parka giriş ekstraydı. 150 Bolivyano aldılar kelle başı. Bolivya gibi bir ülke için çok para açıkçası. İkinci gecemizi geçireceğimiz yere geldik. Burası da dağbaşında büyükçe tek katlı bir bina. Akşam yine buz kesti. Ben La Paz’da panço almıştım. Onu giyince kendime geldim. Çayımıza içkimizi karıştırıp ısınmaya çalıştık yine. Kağıt oynadık yemek yedik. Sonra uyku tulumu ve üç battaniyenin altına girip uyuduk. Yine de biraz üşüdüm. Erken yattık çünkü sabah kalk beşteydi. Geyserleri görüp oradan kaplıcavari bir yere gidecekmişiz. Karanlıkta çıktık yola. Alacakaranlıkta ve eksi bilmem kaç havada geyserlere baktık. Tam gün doğarken termale vardık. Önce girmeyecekmiş gibi konuştu herkes. Ben üşüyen adamım, hayatta girmem diyordum. Baktım herkes giymiş mayoları, atladılar küçük havuz gibi yere. E durum böyle olunca ben de gireyim bari dedim. Girene kadar eziyet ama donmuş ayaklara çok iyi geliyor. Havuzda ısındık. Çıkış da ayrı eziyet oldu. Kurulanıp üstümüzü giyene kadar azcık titredik ama kahvaltıda kahveyle ısındık. Yola devam akabinde. Çöl yolu, kaya vadileri, daha çok dağ, yeşil lagun derken dönüş yolu başladı. Beş altı saat sürecekmiş. Arada güzel doğal yerleri de durup ziyaret ederek ufaktan geri yol aldık. Lastik yine patladı ama önceki gün tamirat yapılmıştı, sorun olmadı.

Üç günlük tur doğal olarak muhteşemdi. Zaten Güney Amerika’nın hatırı sayılır yerlerinden biri kabul ediliyor burası. Dehşetengiz görüntüler yakaladık. Ben tuzun üzerinde daha fazla vakit geçireceğimizi ummuştum (neye dayanarak sormayın) sadece. Tuz çölü ayrı bir büyüleyiciydi çünkü. Nereye baksan görsel illüzyon. Bir gün bir daha gelmek lazım, yağmurda kesinlikle. Yemekler başarılıydı. Ekip iyiydi şansıma. Herkes kafa çıktı. Akşamüstü Uyuni’ye varınca ne yapacağıma karar veremedim bir türlü. Potosi ve Sucre var ama hemen gitmek istemedim nedense. Para işini ayarlayıp, son dakikada La Paz otobüsüne binmeye karar verdim. İngiliz arkadaşı planını değiştirip Amazonlara gitsin diye ikna etmiştim önceden. E gel o zaman deyince, iyi dedim ben de. Bu sefer arızasız geldik. Ama yol kötü, ekran sabitlenmiyor diye yine film koymadılar. Mecburen uyuduk yolda.

La Paz’da daha az gürültülü Point Hostel’e yerleştik. Pampas turu yapmak istiyordum. Bunun için önce Rurrenabaque şehrine gitmek gerekiyor. Otobüs 18-20 saat ve yollar çok tekin değil. Hem duyduğum zaman inanamamıştım, aktarayım. Bir iki ay önce devlet içkili araç (otobüsler başta tabiki) kullanmaya karşı yasa çıkartınca ya da yasaları sıkılaştırınca buranın şöförler odası mı ne ayaklanıp yolları falan kapamışlar. Bunların başkanı azcık içkiye yaptırım olmamalı, bir iki şişeye haklılar falan demiş. Üstelik bir makale okudum, bu başkanın şu anda ehliyeti alıkoyunmuş vaziyetteymiş. İlginç ülke vesselam. Bu sebeplerden dolayı uçmaya karar verdik arkadaşla. Sıkı pazarlıkla bilet artı turu makul fiyata kapattık. Amaszonas firması uçuyor buraya. Gerçi pist çimen toprak karılımı olunca iptal olma ihtimali varmış uçakların. Riski göze aldık. Pampas turunda da nehirden aşağı salıyorsun, anaconda peşinde koşuyorsun, piranha avlıyorsun, maymunları besliyorsun, timsahlarla şakalaşıyorsun. Bir de jungle tour dedikleri iki günlük orman içine dalma vardı. Ona yazılmadım. Bu sefer de uçaktan dolayı kalk dört buçuktu. İşler hallolunca çok kral hint yemeğini beş dolara yuvarlayıp erkenden yattık. Bu uçaklar da küçükmüş, ineceği yer çimenmiş toprakmış. Hadi bakalım. Sabah ola hayrola…

2 yorum:

  1. Demek ki bayrak da taşımak gerekiyormuş,şu fotoğrafta bulunan yere asılabilirdi.İsrail bayrağı çok göz alıyorken hele.
    Hakan

    YanıtlaSil
  2. bayrak taşımak faydalı hakikaten hakan. Rio'da bir gece beleş veriyorlardı hostele bayrak getirene. ben yemin billah ettim, sonra postalayacağım dedim, aldım beleş geceyi. sonra baktım ki karnaval zamanı içki bardakları yarısı kadar küçüldü, fırsatçılara bayrak yollamamaya karar verdim. bu dalgalı günlerde israil bayrağı olmamış ama haklısın, onu fotoşopta değiştireyim en iyisi... saygılar.

    YanıtlaSil