25 Ağustos 2009 Salı

Ve Petra

Seyatatimi planlarken Amman’dan aktarma yapmam gerektiğini öğrenince, burada bir hafta da geçirmeye karar vermemin asıl sebebi Petra idi. Dünyanın yeni yedi harikasından biri olarak seçilen bu kente hakkını vermek lazım.
Petra’ya aslında Karak ziyaretinin hemen akabinde ilerlemeyi planlıyordum. Hatta bu uğurda sırt çantasını sırtlanıp, otele parasını ödeyip, geride kalanlarla helalleşip yola çıktım. Ama Karak’tan aşağıya sırtımda çantayla yürüyerek güç bela otobüslerin oraya varınca (Cuma ve ramazanın ilk günü olması da pek yardımcı olmadı tabi), katil kılıklı korsan minibüs sahibi arabın absürd rakamlar istemesi planda ufak bir değişikliğe sebep oldu. Ben de aynı çantayla Amman otobüsüne tekrar atladım, otele dönüp hafif bir hayal kırıklığı ile “beni özlemişsinizdir” diyerek aynı oda, aynı yatağa kendimi attım. Ama biraz daha akıllanarak tabiki…
Bu sefer eşşeği sağlam kazığa bağlayıp lüks otobüs firması Jettbus’tan yer ayırrtım. Polonyalı bir çift arkadaşla sabahın kör karanlığında kalktık gittik. Tam tamına 6,75 Dinar ödeyerek biletleri aldık. Sonra servis minibüsünün arkasına çantaları sallapati atıp bindik servise. Minibüs bizi otogara götüreceğine şehirden ayrılınca otobüsümüzün bu olduğunu hemen kavradım. Bir süredir pek kahve içemiyorum sabahları; haliyle beyin belli bir saate kadar fonksiyonsuz oluyor sanırım.
Minibüsümüzün klimalı olması ve çöl güneşinin perdenin arkasından bile ışıması, beş buçukta ayağa dikilmiş bedene uykuyu tekrar getiriverdi. Az biraz boyun tutulmasıyla Petra’ya uyuyarak vardık. Tam Petra Antik Kenti’nin giriş kapısında indirdi otobüs bizi. Şöförümüz de günübirlik gelenlere saat tam beşte kalkacağını, kalanlardan sorumlu olmayacağını anons etti sağolsun.
Sonra yeni koğuşum için, indiğimiz yerden yokuşu takip ederek (Dikilitaş’ta yaşarken küfrediyordum ama Petra ve yokuşlarını görünce burnumda tüttü eski mahallem), 20 kg çanta ile 20 dakka da geri tırmandık. Oteli bulup istirahate geçtim. Zira ertesi gün hafif zorlu olacak gibiydi…
Petra yürüyüşü için erken kalkmak en iyisi. Biz de öyle yaptık. 05:30 kalkış, 05:45 yola çıkış, 06:00’da açılan gişeden 21 Dinarlık bileti alış (Yeni dünya harikası olunca fiyatlar baya zıplamış), ve giriş…
Onbeş dakikalık yürüyüş sonunda şehrin içine doğru yol alan ve 1,2 km uzunluğundaki kanyona daldık. Bu yol gerçekten etkileyici. Uyku mahmurluğu falan kalmadı zaten. Sağa sola bakarak yürürken kartpostalların gözdesi ve şehrin en etkileyici binası olan hazine binası aradan gözüktü. Meydana çıkıp görünce de büyülenmemek mümkün değil buradan. Koca bina kayalara oyulur mu arkadaş. Napmış bu adamlar??? Sabah erken olması ile sakindi ve doyasıya baktırttı kendine…
Ama yol bitmeyeceği için devam ettik. Aralardan derelerden giderken duvarlara oyulmuş şehri, tiyatrosu, sağdaki devasa kaya mezarlarına hayran hayran baktık. Bolca fotoğraf çekildi.
Tecrübe edenlerden taktik aldığımız için, “Monastery” denilen en tepede ve en uzakta, ve de ziyadesiyle büyük olan kiliseye doğru yollandık. Hakkaten de erken saatte çıkmakta yarar varmış. Ne merdivenmiş, ne tepeymiş yahu. Keşke bedevilerin “you want donkey sir?” sorularına pozitif cevap verip binseymişiz eşeğe. Gerçi sonra üzerinde insanlarla uçurumun kenarında nasıl yürüdüklerini görünce bu fikrim hemen nötrlendi. Bir saati aşkın tırmandıktan, yolda hergün oralara nasıl tırmandıklarını hala anlayamadığım bedevilerin incik boncuk tezgahlarının yanından bir şey almadan süzüldükten sonra, hedefe ulaştık. Burası da oldukça büyüleyici bir yapı tabiki. Dağın en tepesine 45m yüksekliğe, 50 m genişliğe sahip bir bina oyulunca, siz de görmek için tırmanıp çıkınca, ve de burayı görünce yorgunluk falan kalmıyor. Dağın tepesinde çeşitli açılardan seyrediyoruz burayı. Düzlükteki 2-3 ayrı ufak tepeciğe de ayrıca tırmanıp hem muhteşem vadi manzarasını (Dünyanın sonu yazmış adamlar vallaha), hem de muhteşem yapımızı sindirene kadar seyredip biraz da soluklanıyoruz… Foto faslı ve geri dönüş başlıyor.
Zor kısmı bitti diye düşündüm o aralar. Ne gaflet. Tepeye önce çıkalım diye yanından geçtiğimiz kaya mezarlarını ziyaret ettikten sonra en başta planlamadığımız tiyatronun arka tarafına da dolaşalım dedik. Sonra gitmişken şu meşhur aslanı bir de “tanrılar kurban istiyooor” dendikten sonra işlemin gerçekleştiği yer olan "Sacriface" ı de görelim dedik. Yolda gördüğümüz Fransızlar azcık dik dediler, tınmadım. Azcık dikmiş, öğlen tam oniki sıralarında başlayan tırmanış ve iniş 15:30 sularında son bulduğunda düz yolda sallanıyordum. Ağrı dağının yarısına çıkmış kadar oldum. Hayatımda bu kadar merdiven çıkmamıştım (basamakların yarısı da uçurum kenarı zaten). Adak yerine varıp tam tepesinde dikilirken birden bir bedevi kadın zıpladı çıktı. Kendisi de yaptığı aksiyonla düz orantılı şekilde korkunçtu. Bir fotoğraf gösterdi, çocuğuymuş galiba. Para mı istedi yoksa bir aşağıdaki tezgahtan alışveriş etmemizi mi, anlayamadım. Bedeviler da Mardinli midyeciler (inşallah odaları yoktur. Bir de özür yayımlamak istemem) gibi organize çalışıyorlar. Zaten korkudan sonra kendime gelene kadar kafa gitti, güzelim yerde bir foto çekmişim, sonra farkettim.
Sonra su da bittiği için tuz yalamış keçi gibi indik aşağıya. Biraz da abartayım Evliya Çelebi gibi, 10000 basamak inerek indik. Düz yol bile yokuş oldu sonrasında. Sabah sekerek geldiğim yollar uzadı da uzadı. Petra’da harcadığımız 9 saatin tam tamına 8’i yürüyerek geçti. Sandaletler ayakları kesti, ben de kendime terlik istirahati verdim. İki gündür terlikle geziyorum. Şehirden çıkarken bir daha gelebilecek miyim diyerek iç geçirdim… Gerçekten yeni harika olmayı hakediyormuş, Ürdün’de vakit geçirme fikrim de boşa çıkmamış oldu böylece. Otele nasıl vardık bilmiyorum, varınca yalaktan içercesine suya dayandım. Açık büfenin yarısını yedim akşam olunca. Gece de güzel bir uyku çektim. İki günlük tavsiye edilen programı bir günde yapınca böyle oluyormuş...
Ama yol biter mi, sabah kalkış 06:30, üçkağıtçı şöförle iki teker üzerinde Amman’a yola çıkış 07:30, virajlara iki teker girdiğimiz için üç saat sonra aynı otele varış. Yine aynı oda, yine aynı yatak. Sanki kombinesini almışım gibi:) İşte bugünü de böyle yedik. Yarın akşam yol var yine: Hindistan!!! Bakalım orası ne getirecek…

2 yorum:

  1. Aferim, sabah erken kalkıp gittiğin için bir aferim daha:) Tanzu öpüyor, totoro'da.

    YanıtlaSil
  2. Takipteyim ezber bozan insan. Ayrıca fena halde kıskanıyorum haberin olsun!

    İmza; Fethiye'de arabayla ayağının üzerinden geçtiğin şahıs!

    YanıtlaSil