3 Ekim 2009 Cumartesi

Yüzen Pazar, Kwai Köprüsü ve Kaplan Tapınağı








Kaplan ve Ejderha...






Gördüğünüz üzere boş durmuyorum arkadaşlar. Sadece sizler için hayatımı tehlikeye atmaya devam ediyorum. Bangkok çevresinde görmek istediğim yerler vardı, ben de makul fiyata tur ayarlayıp üçü bir yerde yapmaya karar verdim. Sabah asker gibi dikildim. O sırada henüz deli olduğunu bilmediğim kaptan geldi aldı beni diğer katılımcılarla beraber. Ne bastı gaza arkadaş. Ve de araçların dibine kadar girdikten sonra frene. Aynı sarı dolmuş şöförü çıktı. Haliyle ben diğerlerine göre daha az gerildim.

Sabah ilk iş Yüzen Pazara gittik. Oldukça turist çeken bir bölge burası. Pazardan daha çok bir gösteri yeri olmuş. Alışverişin ne düzeyde döndüğünden emin değilim. Nehrin yarısı sabah kayığına satacaklarını doldurup gelmiş, UFO gören masum köylüler. Diğer yarısı da kalan kayıkları kiralayıp bu masum köylüleri belgelemeye çalışan beyaz adamlar. Kayıklar, yemek pişirenler, meyve, şapka, gıda satan köylüler tarafından kullanılıyor. Arada sürtüp geçip ilerliyorlar bir şekilde. İlerlemedikleri diğer arada da alışveriş yapıyorlar. Kimbilir eskiden nasıldı? Asıl pazar kanalının etrafı gözalabildiğine dükkanla dolu. İncik boncuk satan var. Piton yılanıyla fotoğraf çektirip para alanlar var, şapka satan var. Var allah var. Pazar yeri, yüzen kısmının dışında maksadını aşmış gibiydi. Ama yine de görmeye değerdi.

Burdan da Kwai Köprüsü’nün olduğu yere devam ettik. Bir müze var. Savaş müzesi. Kendi adıma çok bakımsız buldum. Maketlerin üzeri örümcek ağlarıyla dolmuş. Bazı araçların sergilendiği camekanlar toz içinde. Müze de çok zengin bir müze değil. Olması da gerekmez ama biraz daha titiz olunabilirmiş temizlik açısından bence. Burası da yüzen Pazar gibi, adının içinde Kwai geçen, 50 kadar restoran, dükkan, hediyelik eşyacıyla dolmuş. O kadar insan ölmüş, ama biz turistler elde gazozlar etrafta gezip boş boş bakıyoruz dükkanlara. Ama o süper filmi seyredip, ıslıkla dıdıt, dıdıdıdıtdıtdıııııı (yazması zormuş, kafanızda canlandırın işte) diye mırıldanarak yıllarca gezdikten sonra burayı ziyaret etmemek de olmazdı bence. Tur aldığımız için burada da çok vaktimiz olmadı. Son istikamet olan Kaplan Tapınağı’na doğru yola çıktık.

Bu tapınak bir Budist Tapınağı. 1994’te açılmış. En baştan beri yabani hayvanların korunduğu, barınabildiği bir mekan. İlk kaplan 1999 yılında katılmış. Annesi avlanmış bir yavru burda son bulmuş. Zaman içinde bu sayı artmış. Hatta büyüyenler üremeye bile başlamışlar. Sonuç olarak pek çok hayvanın barış içinde yaşadığı bir tapınak burası (kaplanlar ayrı tutulduğu sürece tabiki). Neyse, biz de paramızı verdik girdik. Şansımıza yağmur topladı hava. Koşturarak kaplanlara doğru yol aldık biz de. Vardık yerlerine. Ne güzel hayvanlar bunlar yahu. İlk görünce aklıma hemen Kızılmaske geldi. Tebessüm ettim. İstediği kadar ormanda 10 kaplan gücünde olsun Fantom, nah başeder bu devasa yaratıklarla. Bunu fotoğraf çektirtmek için yanlarına gittiğimde daha iyi anladım. Sıraya giriyorsunuz, sonra bir görevli gelip elinizden tutuyor, sizi kaplan kaplan gezdiriyor. Hepsi farklı yerlerde zincirli ama aslında küçük bir alan burası. Allah razı olsun kendisinden, diğer görevli de makineyi alıp her kaplanda tak tuk çekiyor fotoğraflarınızı. Belki muhteşem kalitede olmayabilirler ama iyi niyet önemli bence. Bu arada, Hayvanlar alışık ellenmeye. Görevli kız bana da elle elle bişey yapmaz dedi. Benim surat Bungee Jumpingden hemen önceki rengi aldı tabi. İlk bir ikisine elimi yaklaştırdım ama yemedi. Hafif tüylere dokundum. Baktım görevli kız dan dun koyuyor kayvanın sırtına bana cesaret vermek için. Aha dedim, dönüp bizim küçük kel kafayı bir seferde götürecek bu yaratık. Hele bir tane pehlivan vardı içlerinde, pençe benim kafadan büyük. Bir tanesini hafif sevdim ama o iri kıyımmıydı hatırlayamıyorum. Severken kafayı şöle arkaya çevirince ben hızla kalkıp diğer kaplana devam ettim. Biraz bulandı kafam o ara, kusura kalmayın. İstanbul’da hergün kaplan ellemiyoruz. Dedim nerdesin ya mübarek Totoro. Ne ufak ve sempatikmişsin sen.

Yağmur hafiften başlamıştı, artınca da diğer tarafa, iki tane yavru kaplanın olduğu yere devam ettik. Bunlar daha az korkunç tabi. Oyuncu da veletler. Bakıcılarıyla falan sürekli oyun peşindeler. Hiç ciddiyet yok, ağırlık yok. Hep şaklabanlık. Ama bunlar çok sevimliydi. Onlar soytarılıklara devam ededursunlar, öbür tarafta biberonla dana kadar kaplana süt veren rahip dikkatimi çekti. Üç beş biberon içti herhalde hayvancağız. Yaşı mı ufak, kemik erimesi mi var anlamadım. Hayvan kocamandı (İnanmıyorsanız fotoğrafa bakın arkadaşım. Belgeledik). Ama hala süt içiyordu. Ne yalan söyleyeyim, gidip de sormadım kaç yaşında bu diye. Gitme vakti de gelmişti zaten. Geç kalırsak bizim deli kaptan gaza daha da basar diye vakitlice dönmeye çalıştım buluşma yerine. Vardım ama yine bastı gaza adam… Kaplanlardan daha tehlikeli. Ama bu günü de salimen atlattık. Vallaha bir daha yazacağım: bu kaplanlar doğaüstü varlıklar. Neyse, artık Bangkok’a bir süreliğine veda etme vakti geldi. Azcık da kuzeye bakalım….

2 yorum:

  1. Alooo Efe bey ,5 gün oldu ses yok senden.Kaplanı sevdiğin foto son fotografınmıydı yaw ???
    Nerelerdesin bi ses versene.

    YanıtlaSil
  2. Kaptanım, kaplandan kurtardım kendimi ama akabinde üç gün ramboculuk yaptım. Kayıp değilim, döndüm:) Saygılar...

    YanıtlaSil