29 Ocak 2010 Cuma

Yeni Zelanda - Kuzey Ada

Sabahın köründe kalkıp havaalanına gidip uçağa atladım. Auckland’a vardım. Girerken bir sonraki uçuş biletimi de göstermek durumunda kaldım her zaman ki gibi. Adamlar ülkelerine trekking botlarının altında toprak bile almıyorlar. Benim botlara da baktılar. Altı temizdi, yırttık. Şehir otobüsüne 23 Yeni Zelanda Doları verip gidiş dönüş bilet aldım. Queen Street üzerinde önceden ayarladığım Base Auckland adlı hostele yerleştim. Bunlar da Yeni Zelanda’nın hosteller zinciri. Hem de devasa hostellerden. Altta kendi barları da var, the Globe Bar. Gidince öğrendim ki o akşam Haiti’de yaşanmış olan felaket için yardım amaçlı açık arttırma ve birkaç aktivite düzenleniyor. Önce bağışçılardan aldıkları ikramları yaparak başladılar. Nihayetinde iyi niyetli bir yaklaşım olsa da ucu eğlenceyle bağlantılı. Açık arttırmada da çeşitli turlar, aktiviteler en çok parayı verene gitmeye başladı. Kiwi Experience denen, Yeni Zelanda’da istediğin yerden bu adamların otobüslerine inip binerek, turlarına katılarak, eğlenerek ülkeyi keşfetmeye yarayan bilet de açık arttırma da satışa çıktı. Ben Avustralya’da biraz araştırmıştım. Pahalı gelmişti. Burda baktım açık arttırmada bu bilet de var. Ben de geçtim önlere. Uzun lafın kısası, ihale ben de kaldı. Oldukça makul bir fiyata bileti edindim. Otobüsle gezmeye kalksam daha pahalıya gelecekti. Hem de bu biletle 12 gün boyunca, doya doya iki adayı da gezme imkanım olacak.

Ertesi gün kalktım. Gittim Kiwi Experience ile önümdeki günleri organize ettim. Bir sonraki gün için bir iki aktivite satın aldım. Sabahtan şehre 25 dakikalık feribot mesafesinde ki volkanik ada olan Rangitoto Adası gezisi, sonra dönüş ve Yarış Yelkenlisinde iki saatlik yelken turu. Gittim biraz yiyecek alışverişi de yaptım. Büyük hostellerde mutfak olduğu için kendin pişir kendin ye yapabiliyorsun. Hem de oldukça ekonomik oluyor. Bu işlerle uğraşırken akşamı ettik. Biraz oyalanıp yatmaya karar verdim. Sabah kalktım, gittim 600 sene önce volkanik patlamayla oluşmuş adaya feribota bindim. Varınca da iki buçuk saatlik yürüyüş yaptım. Kapkara taşlardan oluşan enterasan bir ada. Birkaç da mağara var. Bir mağaranın içine kadar girdim. Tam çıkıyordum bir baktım Koreli bir çift. Kız boğulmak üzere, öksürüyor. Sonradan anladım ki, ben mağaradan ağır adımlarla çıkarken kızın ödünü patlatmışım. Ne sandıysa artık beni. Sonra beraber fotoğraf çektirdik, ben yoluma devam ettim. Tepeye vardım, manzara seyrettim, güzel fotoğraflar çektim. Feribota ucu ucuna yetişip şehre döndüm. Hostele koştum, postalamam gereken kitapları alıp postaneye yetiştim, ordan da yelkenliye.

Acaip bir yelkenli. Dibim düştü. Bu kısmı uzatmayayım çünkü daha heyecanlı şeyler geldi başıma. Bir sürü yaşlı Fransızla bindik denize açıldık. Sonra yelkenler açıldı, hafiften seyretmeye başladık. Rüzgarlı bölgeye gelince güzelce yattık yana. Böyle birşey yok. Acaip bir duygu. Zaten yarış için dizayn edilmiş bir gemi bu. Ben zevkten dört köşeyim. Fotoğraf işine biraz fazla kaptırmışım kendimi. Yana yatmış yelkenlinin heryerine zıplayarak geçiyordum. Olmamam gereken yerde, yelkenli yana yattığı için aşağı tarafta yerimi alıp fotoğraf çekmeye devam ettim. Hem de ne fotolar. Salaklık parayla değil. Sağlam bir dalgaya girince sıçrayan deniz suları makineyi tamamen ıslattı. Hemen kuruladım ama nafile. Açınca “Camera Error” diye mesaj veriyor. Yüzüm kar gibi oldu. Ağlayacağım neredeyse. Turun kalanını makineyle uğraşarak geçirdim. Açılmıyor namussuz. Bütün tadım kaçtı. Akabinde de hemen koştum birkaç yere danıştım. Çok iyi şeyler söylemediler. Ertesi sabah şehirden gidiyorum. Yeni Zelanda’nın tamamını gezeceğim. Makine yok. Yenisini bile almaya niyet ettim neredeyse. Bakayım diye gittim. Günlerden cumartesi. Heryer kapatmıştı. İçindeki fotoğrafları kurtarıp kurtaramayacağımdan bile emin değilim. Başka bir makinede denemem gerekecek ama onu da henüz bulamadım. Anlayacağınız dostlar yola makinesiz çıkıyorum ama en kısa sürede fotoğraflara devam…

Araya birkaç gün girdi yazamadan maalesef. Yukarıda da belirttiğim gibi yola makinesiz çıktım. Keyfim yok haliyle. Ertesi gün açılır gibi oldu ama hafıza kartını görmüyor, bir tane fotoğraf çeker gibi oldu, o da bembeyaz çıktı. Ümidimi yitirdim. Neyse, kartı kurtarmışım. Az biraz olsa da kendi makinemden biraz fotoğraf yükledim. Bir iki tane de arkadaşlardan. Biraz keyifsizce atladım Kiwi Experience otobüsüne. Zaten backpackerlar için yaratılmış bu otobüs dolu. İlk hedef doğu sahilindeki Mercury Bay. Yeni Zelanda çok büyük bir ülke sayılmaz. Yüzölçümü olarak Türkiye’nin üçte biri civarı yanılmıyorsam. Otobüslerle, benim rotada, günde 2-3 saatlik yol alarak sonraki durağa varılabiliyor. Şehre varmadan Cathedral Cove denilen koyun orada 2 saatlik mola verdik. Kayaking yapacaklar ayrıldı, kalanlar yarım saatlik yürüyüşten sonra koya indi. Aradaki mağara ile birbirine bağlı iki küçük koy var. Doğa muhteşem. Su buz gibi. Ayaklarımı soktum, bana yetti. Etrafta adalar var, heryer yemyeşil, denizin rengi yeşilimsi mavi. Hava da şansa harika. Huzur doluydu. Ben fotoğraf çekemeyince biraz sövdüm tam zamanında yamulttuğum için makineyi. Buradaki moladan sonra küçücük kasabamıza vardık. Hostele yerleştik. Bu Kiwiciler çakal. Hostel ve turlarla çalışıyorlar. Belli yerlerle anlaşmaları var. Herkesin de kolayına gittiği için anlaşmalı hostellerde kalınıyor. Gün içinde de komisyonla çalışan rehber-şöförler aktivitelerle ilgili agresif pazarlama yapıyorlar. Kültürel aktivitelerden ziyade extreme aktivitelerin yoğunlukta olduğu bir organizasyon bu. Benin gibi hızlı hareket etmesi gereken bir insan için uygun olmadığını kavradım ama parayı da vermiş bulunduk. Tur organizasyonlarını zaten sevmem, çok bağlayıcı oluyor. Burada da bağlandık maalesef. Yeni Zelanda gibi en çok görmek istediğim ülkelerden birine aksiliklerle başladık. En iyisini yapmaya çalışacağım artık. İlk akşam herkes yorgundu, ertesi sabah da erken düşülecek yola. Gittik yattık.

İkinci gün hedef Rotorua. Burası hem Maorilerin yoğunlukta yaşadığı kültürel bir merkez, hem de yeryüzüne kaynar suların fışkırdığı gayzerlerin olduğu bir yer. Yolda kısa bir doğa yürüyüşü. Akabinde şehre varıp 28 Yeni Zelanda dolarını verip, bu paraya değip değmeyeceği tartışmalı parka girdik. Kaynayan çamur havuzları, kaynar su fışkırtan gayzerler vs. gerçekten çok güzel ama pahalı anasını satayım. Zaten kaptırmışız tura kolumuzu. Aktiviteler 80-200 dolar arası. Hostellere de veriyoruz 25 dolar ortalama. Yedik içtik derken, gidişat sakat. Sonrasında aktiviteciler ayrıldı. Akşama da Maori Köyü ziyareti var. Bu kadar gelmişken bari görelim bu adamlar ne yer ne içer diye bastırdım parayı tura yazıldım. Akşam oldu. Odada da bir iki tek atmıştık elemanlarla. Otobüse atladık çıktık köye doğru yola. Gerçekçi olacak diye her kabile (bu durumda bizim otobüs) bir reis seçiyormuş. Jim Beam kanda geziyor. Ne olduğunu anlamadan birileri bizi attı öne kabile reisi olduk. Anlattılar şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın diye. Gidince gördüm ki başka kabileler de varmış. Benim gibi üç reis daha var. Önce bir savaşçı çıkacakmış köyden. Bize meydan okuyacakmış. Biz de bekleyecekmişiz orada. İyi dedik. Cüsseli maori savaşçı geldi, silahıyla baya bir numara çekti. Biz saygıda kusur etmeden sakince, el pençe divan bekledik. Sonra barışçı olduğumuzu anladılar (hallice de bir rakam ödemiştik zaten), bizi köye davet ettiler. Kabilem arkamda, çakırkeyf kafam önde girdik köye. Burası orjinaline sadık yeniden yaratılmış bir Maori Köyü. Köy hayatını inceledik. Sonra borular öttü, tiyatro sahnesi gibi bir yerde toplandık. Reis olunca tuvalet molası yok tabi. Halk danslarını ve şarkılarını kıvranarak seyrettim. Tam arada kaçıyordum, Maorilerin lideri bir reis eksik deyince koşarak gittim yerime oturdum. Ayıp olmasın. Ufak tefek de değiller adamlar. Bu pasifikte proteinden yana eksik yok belli ki. Özellikle Maoriler kocaman. Sonra sıra yemeğe geldi. Bu vatandaşlar da tandırvari şekilde pişirdikleri Hangi isimli yemeklerinden açık büfe oluşturmuşlar. Üç tur döndüm. Ne zamandır bu kadar güzel yememiştim. Ayıldık, şarkılarla hostele döndük.

Sonraki bir iki gün sakin geçti. Ben pahalı aktivitelerden uzak durdum. Beleş doğa yürüyüşleri yaptık benim gibi fakir gezginlerle. Waitomo Caves kasabasında, mağaralarda keşif ve rafting yapılıyor. Bu kasaba zaten mağaraların üzerine kurulu. Bu işi merak ettim ama 200 Yeni Zelanda dolarına yakın bu meblağı ödemek istemedim. Kasabada bir tane hostel ve bir tane bar var. Küçücük yer. Dediğim gibi birkaç arkadaşla tepeye çıktık. Başka yapacak bir şey yok. Onda da yağmura tutulduk. Sakin geçirdik günü. Ertesi sabah Angora tavşanı nasıl traşlanır, onu öğrendik. Üç ayda bir traşı geliyormuş bunların. Bu durağımız bedava idi tabiki. Oradan da az biraz güneyde ki Taupo’ya geçtik. Buradaki olay ise Skydiving. 15,000 feet yükseklikten kendini gökyüzüne atmaca. Yaptığım Bungee’den sonra yüksekten çok hoşlanmadığımı söylemiştim. Bu sefer uzak durmaya karar verdim. Hem zaten asgari ücret kadar para istiyorlar. Bu kasabada fotoğraf makinesi bulmaktan ümidim vardı. 30,000 civarı nüfüslu olan bu kasaba için şöförümüz, Yeni Zelanda için şehir sayılabilir demişti. Bulduğum iki elektronik dükkanında da sadece kötü birer model vardı. Burada da şansıma küstüm. Nehir kenarına kurulmuş bu kasabaya kanım ısındı ama. İyi arkadaşlar vardı etrafta. Akşam da güzel geçti. İnsan daha ne ister. Ertesi sabah bir günlüğüne turdan koparak Başkent Wellington’a geçtim altı saatlik otobüs yolculuğundan sonra.

Şansım pek yaver gitmiyor bu aralar. AC/DC müzik grubunu biliyorsunuzdur. Adamların Wellington konserine denk getirmişim şehre varacağım günü. Normalde yer bulmak zor olmayacakken şehirde bir tane yatak yok. İstesem denk getiremezdim böyle. İki saatlik yürüyüşten sonra Information Center’a gittim çaresizce. Fotoğraf makinesi bulacağım diye umut ederken, tren garında mı, otogarda mı yatarım diye hesap etmeye başladım. Turist infodaki kız çok yardımcı oldu allahtan. Son dakikada bir hostelde iptal olmuş. Şansa bir yatak buldum. Odama yerleştiğimde dükkanlar çoktan kapanmıştı. Makinesiz yola devam. Benim zaman sıkışıklığımdan dolayı Wellington’da da sadece bir gece kalabiliyorum. Ertesi sabah otobüsüme atlayıp Güney Ada’ya geçeceğim. Bilet de 56 dolar nakit paraymış. Bu da güzel geldi. Artık güneyde şansımın açılacağını umuyorum. Fotoğrafsız günler için de özür diliyorum. Kullan at makine almamı istemiyorsanız bağışlarınızı beklerim:) En kısa zamanda edineceğim bir makine, sözüm söz…

3 yorum:

  1. inanamiyorum sana! benim icime oturdu fotograf makinasina yaptiklarin. evlat acisi gibi!
    cimrilik yapma, hemen bi makina al kendine! fotograflar olmazsa okumam ben bu gezi yazilarını valla:)
    saka bi yana cok uzuldum efecim, gecmis olsun.

    YanıtlaSil
  2. Olamaaaazzz...bütün tur boyunca Yeni Zelanda foto ve yazılarını bekledim yaa..çabuk hesap detaylarını ver de bağışta bulunalım...Lord of the rings' in middle earth ü gezip fotosuz mu döneceksin yani?bir an önce makine bul:)

    YanıtlaSil
  3. amanin efecim cok gecmis olsun. biz de dun bilgisayara bir koca bardak suyu dokunce garibim kapandi neyseki bir sekilde sac kurutma makinasi falan kurtardik elemani. En azindan mini canonlardan falan edin bari, hem pikseli hem zoomu fena olmuyor onlarin, valla cok uzuldum. Gecmis olsun
    opuyoruz.
    eda-tansu

    YanıtlaSil