20 Mart 2010 Cumartesi

El Calafate

İlk uçakla Rio. Brezilya’ya ilk gelişimde de havaalanında yatmıştım Rio’da. Gittim aynı yeri buldum. Ama bu sefer tecrübeli olduğumdan yatağımı evimdeki yataktan daha rahat hale getirdim. Ertesi sabah kalkınca anladım ki uçakta üç saat gecikme var. Ama bana açık büfesi olan restoranda yemek kuponu verdikleri zaman gecikmeyi umursamadım. Bir baba tabak yaptım. Sonra uzun zamandır hasret kaldığım tatlı büfesine ilerleyip, yemek tabağından daha büyük bir tabak doldurdum. Altı farklı çeşit tatlı yedim, başım döndü. Sonunda Rio’dan bir gece daha havaalanında kalacağım Santiago’ya geçtim. Bu havaalanından da daha önce geçmiştim, ama bu sefer, depremden sonra en alt katı ve dışarıda kurdukları iki büyük çadırlarıyla işleri yürütmeye çalışıyorlar. İçeride kalamadım haliyle. Dışarıdaki çadırlardan birinde geceledim, uyku tulumuma sıkı sıkı sarılıp. Check-in işini de sabah diğer çadırdan hallettim. Buenos Aires’e vardığımda pil bitmişti. Şehre varıp San Telmo bölgesine uzun bir yürüyüş yaptım. Bir gece konaklamak için makul bir hostel buldum. Alman olduğunu sonradan anladığım kız her konuda çok yardımcı oldu. Üç sene önce okul değişim programıyla gelmiş, sonra da okulu yakıp kalmış, hiç geri dönmemiş. Takılıyor şehirde. İlginç… Pazar günü San Telmo tam şenlikli. Sokaklar tezgahlarla dolu. Aklınıza gelen herşey satılıyor. 20 metrede bir müzisyenler, arada tango yapanlar, kukla oynatanlar, pandomimciler dizilmiş. Yorgun olmama rağmen attım kendimi sokağa. Yürüdüm de yürüdüm. Acıkınca, önündeki sıradan sağlam bir mekan olduğunu anladığım et lokantasına daldım. Devasa steak sandviçten aldım bir tane. Sonra baharatlı zeytinyağlı sosunu da ekmeğe iyice yedirip sürdüm, çıkıp restoranın önünde kaldırıma oturdum. Nasıl yediğimi gören en az 20 kişi sanırım girmiştir içeri. Ne güzel et, bendeki de ne iştah. Çok yakında Buenos Aires’e geri döneceğim için, ve yorgunluktan can vermek üzere olduğum için hostele döndüm. Eda ve Tansu Patagonya’da üşümesin diye aldığım viskiden, kanı inceltip kalp krizi riskini azaltmak amacıyla, bir tek attım yattım.

Sabaha uçağa binip El Calafate’ye uçtum. Uçakta dışarıyı seyrettim. Çorak düzlükler, arada karlı dağlar, göller. Yerleşim neredeyse yok. Muhteşem. İnsanı derinden etkiliyor. Benim hassas ruhum bir garip oldu uçakta. Duygulandım. El Calafate’ye vardım. Havalimanı Bostancı Günaydın Restoran boyutunda. Bir tane körük var. Oradan çıkınca üst katı daha çok bir cafeyi andırıyor. Aşağıda da bir tek bant var sadece çantaları alabilmek için. Tek uçak, tek bant ama çantaların gelmesi yine de çok uzun sürdü. Bir anlam veremedim. Shuttle servisinden faydalanayım dedim. 26 peso çarptı çakallar. Ama artısı vardı. Eda’nın yer ayırttığı Hostel’in kapısına kadar götürdüler beni. Hem yamaçta yokuş yer, hem de toprak yollar. Parayı helal ettim. Ama sevimli bir hostelmiş.

Bu saftirikler benden erken gelmişlerdir diye umut etmiştim ama daha piyasada yoklardı vardığımda. Yedi aydır görmedim bu arkadaşları. Zaten memlekette sürekli görüyorum, ne gerek vardı ki buluşmaya dedim kendi kendime. Ama aklıma benden istedikleri yardım gelince biraz yumuşadı kalbim. Belki de iyi olur. Kimbilir? Arkadaşları beklerken kendime çay demledim. Hava güneşli ama tatlı serin. O kadar da olsun di mi? Patagonya’dayım. Güneş ve çay eşliğinde dinlenirken Eda ve Tansu yokuşun başında belirdiler. Canlarım benim diye bağırdım kendilerine. Koşup çantalarını sırtlandım, odaya kadar çıkarttım. Sarıldım öptüm kendilerini, çayımdan ikram edip hiçbir ücret talep etmedim. Yorulmuş yavrucaklar. Zaten akşam olmak üzereydi. Hemen markete koşup, toplu semirme programımızı hayata geçirmek üzere bolca et ve bira aldım. Allah için etler ucuz ve çok lezzetli burada. Mutfağı da önceden detaylı incelediğim için demir dökme ızgara tavayı görmüştüm. Yamak arkadaşlara görevlerini verdim, eti soslayıp dışarı çıkıp biramı içtim. Görevler başarıyla ifa edildikten sonra geldiler, herşey hazır usta, sen etleri atabilirsin artık dediler. Üç dakika bir taraflarını, üç taraflarını ızgarayla temas ettirdikten sonra masaya getirdim. Ot falan yiyen bir takım masalar hasetle baktılar bizim masanın güzelliğine. Bir de bulgur bulup tabule yapmıştım, bunu da belirteyim. Herşeyi yedikten sonra tabulenin artanını millete ikram edip sevap kazandık. Sayesinde çok fazla bira ikram edildi bize. Büyük buluşmayı böyle gerçekleştirdik sonunda. Hava buz kesiyor geceleri, biraları bitirdik, gittik yattık.

Ertesi sabah Eda koğuş ağası gibi kaldırdı bizi sabahın kör karanlığında. Hostelde güzelce kahvaltımızı yaptık. Ben hala niye Patagonya’ya geldiğimizi anlayamamıştım. Yakınlarda bir Moreno buzulu varmış, çok güzelmiş, dinamik bir buzulmuş, arada parçalar falan kopup düşüyormuş. Onu görecekmişiz. İyi dedim, gidelim. Ben gecikmeyelim, erkenden gidelim biletimizi alalım dedim. Arkadaşlar sallandığı için, fiyakalı kıyafetlerini seçemedekleri için son dakikada yetiştik buzul otobüsüne. Bir saat sürdü yol. Ama ne eziyet, susmuyorlar karı koca. Uyuyamadım yolda. Sonra parkın girişine geldik, 75 peso ücretimizi ödedik buz göreceğiz diye. Parkın içine doğru devam ettik. Buzulun göründüğü ilk noktada fotoğraf molası verildi beş dakika. Ne manzaraymış. Arkada dağlar bulutlar, buzul ve üzerinde yarım gökkuşağı. Rüzgardan az daha düşüyorduk. Otobüse atlayıp son noktaya vardık. Buzula bakan yarım adanın etrafına harika bir yürüyüş yolu yapılmış, her yere gözlem noktaları yerleştirilmiş. İlk ela tekneye bilet aldık, 50 peso daha verip. Tekneyle bir saat kadar buzulun etrafı geziliyor. Yaklaştıkça ne kadar görkemli olduğu daha da anlaşılıyor. Işık oyunlarıyla maviler beyazlar yeşiller ortaya çıkıyor. Arkaya doğru buzul uzanıyor ve bulutların içine karlı dağlar karışıp tek renk beyaz halinde bütün oluyor. Ara ara parçalar düşüyor, ve bomba patlamış gibi sesler çıkartıyorlar. Bir ara sahile yakın bir yerde tekneye birkaç parça buz aldık. Bazıları fotoğraf çektirdi buzları tutarak, ben bir parça ısırıp tadına baktım. Bildiğimiz buz. Ama leziz. Viskiyi yanımıza almadığımıza yandım. Moreno buzulu buzuyla bir tek Jim Beam bu soğuk havada içimizi ısıtabilirdi.

Tekne turu bitince yürüyüş yoluna çıktık. Vaktimiz de boldu. Buzulu her açıdan inceledik, harika fotoğraflar çektik. Parçalar kopup düşmeye devam etti. Ama ne manzara arkadaş… Devasa kütlelerin parçalanması, göle düşüş anı, yarattığı dev dalgalar, mesafeden kaynaklı olarak arkasından geç gelen patlama sesleri. Kopan parçaları beklerken seyrederken zamanı unuttuk. Herkes elde foto makineleri derin derin buzula bakıyor. Buzula çok yakın olan aşağı gözlem noktasına indin en son. Şansıma, üstelik birden fazla kere, dev parçalar koptu. Hayret dolu bakışlarla seyrettik. Öyle bir manzara ki, yana dönüp tanımadığın insanlarla bile, onaylayan mimiklerle, “vay bee baba, gördün mü hadiseyiii” gibilerinden anın heyecanını paylaştık. Hala birşeyler olur mu diye beklerken otobüs saati geldi maalesef. Dallamanın biri geciktiği için otobüste 15 dakika bekledik. O arada neler olmuştur kimbilir dinamik buzulumda. Dönüşte bayıldık uyuduk sıcak otobüste.

Buzula giderken bir hatamız oldu. Öğle yemeğimizi hazırlayıp yanımızda götürmedik. Millet sandviçlerini, krakerini, meyvesini yerken biz sadece salyalarımızı sildik. Haliyle, döndüğümüzde kurt gibi açtık. Hostelin hemen yanındaki süpermarkete koşarak et sotelik malzememizi aldık. Bol soğan, sarımsak, biber ve domatesli etimiz ve pilavımız ile intihar etmeye çalıştık. İnsan gibi yemedik. Sonra da kıpırdayamadık. Harikülade bir gün oldu nihayetinde. Buzulu, et sotesi falan. Yemekten sonra öyle bir ağırlık çöktü ki, Patagonya gezimizin gerisini planlamak için bu kasabada bir gün daha kalalım dedik.

Son günümüzde uyuduk, dinlendik, planımızı yaptık. Akşamüstü göl kenarına indik. Bin türlü kuş gölde takılıyor. Yanımıza bir de kara köpek katıldı. İki saat yanımızdan ayrılmadı. Flamingolar, kuğular, ördekler barış içinde yaşıyorlar bu gölde. Güzel fotoğraflar çektik, köpekle oynadık. Kuşlara taş attık. Gün batımından sonra hava soğudu. Yokuş yukarı tırmanışa geçtik hostele doğru. Son akşam da sosis, patates ve biradan oluşan menümüzü ayarladık. Ertesi sabah yolumuz Şili’de Puerto Natales. Biraz daha güney. Ulusal Parkı çok güzelmiş. İçime giyecek birşeyler bulmazsam oralarda can verebilirim…

3 yorum:

  1. Gerçekleri okumak için sizi kendi blogumuza davet ediyorum
    zoodayolda.blogspot.com

    YanıtlaSil
  2. fotoğraflar gerçekten çok güzel efecimcan. nefret ediyorum senden.

    YanıtlaSil
  3. Usta, "El Calafate" ne demek? Bildiğimiz, tekne kalafatı ile alakası var mı? Yoksa İspanyolların geçerken salladıkları ve yerlere yapışan binlerce addan biri mi? Kalafat ciddibir bir iş, son tahlilde!

    YanıtlaSil