17 Mart 2010 Çarşamba

Salvador

Salvador’a Natal şehrinden uçmak, otobüsle gitmekten daha ucuzdu. Ben de uçtum. Şehir merkezinde kalma dediler. Ben de az güneyinde olan Barra bölgesine geçtim. Havaalanı uzak, kalacak yer de belli değil. Atladım şehir otobüsüne, Barra’da indim. Baktım iki sırt çantalı da yürüdü bir tarafa doğru. Ben de onları takip edip girdikleri ilk hostele daldım, sanki nereye gittiğimden çok eminmişim gibi. Dokuz saat yoldan sonra hemen check-in yaptım. Televizyonda Transformers vardı, çok kötüydü, uyuyakaldım .

Ertesi gün kalkınca şehrin tarihi bölgesi olan Pelourinho kısmına gitmeye karar verdim. Biraz soruşturdum. Gündüz çok tehlikeli değil ama akşama kalma dediler. En azından fotoğraf makinesi ve çanta ile. Bir de başkaları sınırlara dikkat et diye uyarmıştı. Turistlerin yoğun gezdiği alanların dışına çıkma, birkaç blok geçersen keleğe gelebilirsin demişlerdi. Ben de atladım otobüse gittim. Ortalık nispeten sakin hava da harikaydı. Gözleri kamaştıracak kadar parlaktı hava. Dolana dolana yürüdüm. Dört tarafı kilise ve katedral olan meydanda takılıp sonra ara sokaklara daldım. Ara sokaklarda her türlü sanat eserini satan tezgahlar mevcut. Renkli dükkanlar, arnavut kaldırımlı sokaklar, sokakta takılan insanlar. Ama turist sayısı azdı.

Karnaval zamanı Rio’dan çok daha iyi olduğu söylenen Salvador, benim orada olduğum zamanda oldukça sessiz gözüktü. Umudum gecedendi. Sonra Sao Francicco Kilisesi’ne girdim beş real verip. Brezilya’nın en meşhur kiliselerinden biriymiş. Dışarıdan mütevazi gözükse de içerisi insanın gözünü yoracak derecede renkli. Detaylı ahşap işlemeler, heykeller, altın renkleri, gümüş avizeler vs. derken insan ne tarafa bakacağını şaşırıyor. Kendi dinlerini dilediklerince yaşamakta özgür olmayan Afrikalı köleler, sahiplerinin kilisesini inşa ederken bazı muzur şakalar yapmışlar (Büyük cinsel organlı melekler, hamile azizeler gibi…). Ama bunlar daha sonra kapatılmış ya da ortadan kaldırılmış. Bunları görebilseydik daha bir ilginç olabilirdi tabi, ama bu haliyle bile göz kamaştırıcı bir ibadethane. Buradan çıkıp, çok da sınırları zorlamadan, eski bölgeyi tavaf ettim. Sonra da otobüsüme atlayıp geri döndüm.

Akşam olunca Barra’nın (Güney Amerika’nın en eski deniz feneri) fenerine gittim. Yerli yabancı herkes gün batımı için toplanmış. Güneş okyanusun üzerinde batmak üzere. İnsanlar oturup denize doğru, yiyip içip keyiflerine bakıyorlar. Ben önce bir tavaf edip feneri, sonra gittim seyrettim günbatımını. Arada, bir pandomimci tam arkamda bağırarak soytarılık yapmaya başladı. Önce korktum, ama sonra hiç o tarafa bakmayarak para vermekten kaçındım. Gün batınca da hostele döndüm. Pipa’dan tanıdığım İsviçreli kız da yan hostelde kalıyormuş. Onunla karşılaşınca, akşam onların ekibe takılıp tekrar Pelourinho’ya doğru yollandım. Altı yedi kişi heyecanla atladık otobüse gece hayatını keşfetmek için. İndik otobüsten, yanımıza hemen uyuşturucu bağımlısı bir tip yamandı. Aklı sıra rehberlik yapıyordu. Arkadaşlar reggae bar varmış onu görmek istediler, eleman orası kapalı dedi. Ben yalandır, bulaşmayın bu adama, gidip bulalım kendimiz dedim. Gittik kapalıydı hakkaten. Ama adam hala yanımızda. Adını hatırlamadığım başka bir bara bakmak istediler. Adam yine kapalı dedi. Ben sallıyor dedim, çünkü bütün derdi bizi bildiği bir samba bara götürmek. O bara da gittik, kapalıydı. Biz de iyi dedik, samba bara gidelim bari dedik. Vatandaş da bizimle geldi girdi, masanın yanında yere çömeldi. Meğer üstün hizmetlerinin karşılığında beş real talep ediyormuş. Demiştim diğer arkadaşlara bulaşmayın diye ama dinlemediler. Biraz bozuk verdiler ama eleman gitmiyor. Baktım bunlar kibar, ben elemana elle kolla, tamam lan, yeter o kadar, hadi uza gibilerinden hareketler yaptım. Kızgınca bakmaya başladı. Baktım gitmiyor, yine elle kolla garsona vatandaşı gösterip, bunu atmazsan biz de gideriz dedim. Garson bunu yolladı ama herif çıkarken eliyle boynuna doğru bıçak hareketi yapıp, dışarıda görüşürüz imasında bulundu. Ben masada tebessüm ettim, haha dedim güldüm, ama içimden de çıkışı düşünmeye başladım. Adamın kullandığı maddeleri hayal bile edemiyorum, haliyle bana yapabileceklerini de. Madem tek çıkış var ve sondan kaçış yok, ben de caipirinha içeyim dedim. Birkaç tane sonra biraz cesaret geldi, ama eşşeği de sağlam kazığa bağlamak lazım. Sigara alıp geleyim kisvesi altında, önce kapıdan hafifçe kafamı çıkararak dışarıyı kolaçan ettim. Baktım görünürde yok, duvara çok yakın ve bütün meydana hakim olacak şekilde çıktım, yürüdüm. Beni unuttuğunu anlayıp sevinerek ve dans ederek bara döndüm. Bar dediğim de yanıltmasın, plastik sandalyeler ve dört kişiden oluşan zayıf bir grup. Bir tek salı günleri iyi dediler sonradan, onun dışında sakin olurmuş. Belki tam ertesi günü olduğu için pek çok yer kapalıydı. Müzik bitince bir taksiye altı kişi doluşup Barra’ya döndük. Birer bira daha yuvarlayıp gittik zıbardık.

Son gün fazla bir şey yapmasam da akşamında oteldeki Çek Cumhuriyeti’nden kız ve Avustralyalı elemanla Barra’nın 4-5 barının olduğu meydana yürüdük. Birini seçtik oturduk. Oldukça sakin, kaliteli ve yerellerin takıldığı bir yer. Ama bir süre sonra sıkıcı oldu. Hemen arkada bir kulüp varmış, oraya baktık ama giriş ücretliydi. Biz de pas geçip karşıda sokak barına oturduk. Önce biraz sıkıldık ama daha sonra masanın üzerindeki oyunu keşfettik. Skol marka biranın promosyon masasının üzerinde oyun tahtası gibi bir şey vardı. İki bira kapağı ve bol birayla oynanan oyuna başladık. Kapağın iç tarafları iki, dış tarafı bir puan. İkisini de sallayıp dışarıdan merkeze doğru ilerliyorsun. Aslında ilerleyemiyorsun. Belli noktalarda masanın altından geç sonra iç, şimdi kalk dans et sonra yine iç, 3 geri git, bekle ama iç şeklinde kurallar var. Kazanan değil, sonraki birayı diğerleri alıyor. Oyundan sıkıldığımızı anladığımızda kafalar iyi olmuştu zaten.

İkinci kısım da burada başladı. Avustralyalı eleman gitaristmiş zaten. Yan tarafta içip gitar çalan ekibe gidip, aha bu eleman da çok güzel çalıyor dedim. Sonra tabi ki ısrarlar vs. derken bizim eleman başladı çalmaya. Brezilyalı dostlar da çat pat İngilizce konuşunca, anlaşmak kolay oldu. Gitarda birbirlerine şu şudur, bu budur derken biralar gelmeye devam etti. Bar kapanınca oh dedim. Demeseymişim. Adamlar bir sonraki bara devam edelim dediler. Sonra gitarı çalan Brezilyalı amca yolda gitar çalarak yürümeye devam etti, biz de farelin köyün kavalcısını takip eder gibi sorgusuzca düştük peşine. Sonraki bar dedikleri benzinciymiş. Orda da bira aldık, bunlar kenarda gitar çalmaya devcam ettiler. Güvenlik geldi, yan taraf residanz, burada çalmayın dedi. Tamam deyip iki dakika sonra devam ettiler. Sonra kaybolduğunu sandığımız elemanlardan biri arabayla çıktı geldi. Sıkıştık arabaya, bir sonraki bara devam ettik. Bir sonraki bar varmış aslında.ama uzakmış baya. Orası da plastik masalardan sandalyelerden oluşan bir yer. Sakindi ama adamların umurunda değil. Gitar çalmaya devam. Hatta başka bir yerel arkadaş da gitarıyla geldi katıldı. Masa kalabalıklaştı. Biralar da gelmeye devam etti. Herkes kavalcıyı ve diğer gitarcıyı seyrediyor, ama şeş beş bakıyorlar. Ben de tabi. Sonra Brezilyalı eleman coke falan demeye başladı. Ben zero varsa olur dedim. Şeker beni bozuyor, kiloma dikkat etmem lazım. Öyle coke değil dedi. Ben de üç beyazdan uzak durduğumu söyleyip kendisine teşekkür ettim. Ertesi günde Rio’ya uçak var. Sabah da beş olmuş. Ben herkesle helalleşip otele döndüm.

Salvador beklediğimizden sakin bir yer olsa da maceradan yana eksiğimiz olmadı. Tehdit edildim ve yerel manyaklarla şehrin bilmediğim garip yerlerinde son buldum. Ama eğlendim de. Ertesi gün nasıl kalktım allah bilir. Check-out saatini ucundan yakalayıp attım kendimi dışarı. Hamakta azıcık enerji toplayıp yola koyuldum. Havaalanı otobüsünü yolda 1 saat bekledim, sonunda geldi. Arjantin Patagonya’sında Eda ve Tansu arkadaşlarımla buluşacağım için birkaç gece havaalanlarında konaklamam gerekecek. Aslında niyetim yoktu ama çocuklar ısrar etti. Bizim kafamız gezmeye basmadı, sen gel bize yol yordam öğret, bira nasıl içilir, nereler gezilir, biraz program yap da gezdiğimizi anlayalım dedikleri zaman hayır diyemedim. Hem zaten bu sıcak yerler, hamaklar tehlikeli bir hal almaya başlamıştı. Gidip serin yerlerde doğaya karışmak iyi olabilir, hem de bu arkadaşlara yardımcı olursam büyük sevabı var dedim kendi kendime. Aldım çantamı, bindim uçağa. Daha doğrusu önümdeki dört uçağın birincisine…

1 yorum:

  1. efeee sen iyice yazar oldun artık,valla güney amerikada kalıp kitap yazıcan diye korkuyorum.
    hadi dönün artık ufak ufak bahar geldi memleketime.

    YanıtlaSil