13 Mayıs 2010 Perşembe

Paracas

Fiyakalı firmalara göre benim otobüsümün fiyatı makul. Yaklaşık dört saat sürecek yol için 25 Sole. Araçtaki tek gringo benim. Koyulduk yola. Muavin de hemen ispanyolca dublajlı aksiyon filmini taktı. Güneye doğru kıyı kıyı ilerledik. Yol düz, şöför basıyor. Ama bir nevi dolmuş gibi, kafalarına göre her yerde duruyorlar. Kısacık yolda dört beş kez bilet kontrolü yapıyorlar. Farklı farklı, firma görevlileri binip bilete bakıyorlar. Şöför ve muavin ördekçilik yapıp paraları cebe atmasınlar diye kontrol mekanizması geliştirmişler herhalde. Kıyı şeridi sırf çöl. Ara ara yerleşim alanları var ama tam allahlık. Kerpiç tuğla evler yapmışlar. Düzensiz fakirhaneler. Hayat belli ki zor Perululara. Bazı yerler Harran gibiydi. Ucuz otobüsün tabiki bir kusuru vardı. Paracas’a kadar gitmiyordu. Yol üstünde attılar beni. Oradan taksi ayarlamak gerekiyor. Etrafta da paylaşacak adam olmayınca pazarlıkla falan ayarladım Maximino’nun aracı. Dişsiz şöförümle bir şekilde anlaştık, rehberlik bile yaptı. Balık fabrikasını gösterdi. Ben de ona Inca kolamın yarısını verdim. Sevindi. Kıyı şeridinde balık ve okyanus kokusu karıştı. Ama ben severim o kokuyu. İyi bile geldi. Paracas’a vardık. Meydanda attı beni. Helalleştik.

Paracas küçücük bir kasaba. Birkaç yere sorduktan sonra bir dorm buldum. Koca dormda bir tek ben varım. Hostelde başkası kalıyor mu, o bile belli değil. Yerleştim ve dışarı çıktım. Sahili 100 metre hepi topu. Birkaç restoran var. Birkaç tezgahtar. Bir iskele, bir sürü kayık. Pelikanlar martılar kendi hallerinde takılıyorlar. Acıkmıştım, fiyatlara baktım. Uçmuşlar burada. Paket turcu, varlıklı insanlarda geliyor ne de olsa. Ben de sövüp ucuz bir yer bulayım diye yürümeye başladım. Baya da gittim. Hiçbir yer bulamadım ama yolda lüks resort tarzı bir iki otel, Limalı zenginlerin okyanusa nazır, geniş bahçeli yazlıklarını inceleme fırsatım oldu. Çakallar bu küçük kasabaya kaçıyorlar demek ki haftasonları, yazları falan. Dönüp hamurişi aldım bolca ucuz ucuz, bir de bira. Ertesi gün için turumu ayarladım hostelde. Azığımı devirip azcık kestireyim diye yattım. Fazla kestirmişim. Kalktım saat dokuz. Sokağa çıktım ama bir allahın kulu yok. Her yer kapalı. Üç beş ne idüğü belirsiz tip geziniyor. En son meydanda, küçücük arabasında tavuk ve patates kızartması satan abiye yanaştım. Tavuk bitmiş. Nasılda canım çekmişti halbuki. Hamburger var dedi. Napalım, tamam dedik. Beyazımtırak, garip bir şey çıkarıp attı yağa. Bol patatesle ekmek arası yaptı. Fena gitmedi. Bir tana daha yedim. Yapacak bir şey olmayınca hostelime geri döndüm.

Tur sabah sekizde. İstikamet Ballestas Adası. Faunası zenginmiş. Kalkıp hazırlandım. Yağmurluğu falan aldım yanıma. Kapşonu da var. Kafaya kuş boku yemeyiz en azından. Sık rastlanan bir durummuş. Kocaman sürat motoruna binmeyi beklerken pelikanları besleyen amcanın fotoğrafını çektik. Hemen şapkayla yanaştı. Mecburen bir teklik attık şapkaya. Sevabına beslemeyeceksen, hayır yapmayacaksan hiç yapma. Utanmadan balık parası diyor bir de. Tam ona sinirim geçti, bir de iskele mi liman mı ne kullanım vergisi diye bir tek sole daha talep ettiler. Seve seve verdik, yüzüp gidecek halimiz yok motora. Sürat motoru 40-50 kişilik. Arkaya 2x200 beygir takmışlar. Kıyak araç. Can yeleğimizi taktık. Arkadaki amerikalı moruk üç kilidin üçüncüsünü takamadı diye huysuzlandı. Sanki tekne batsa kurtulma şansı var bu kadar pimpirikle. Benim yanıma kimse oturmadı. Bir tek benim yanım boştu. Vebalı gibi hissettim. Ama sonra sevindim. İyice yayıldım. Motorlar sağlam, bastık, adaya vardık çabucak. Ada hakkaten türlü türlü kuşlarla dolu. Pelikanı, pengueni, martısı, adını hatırlayamadığım diğerleri kardeş kardeş uçuyorlar, takılıyorlar. Balık bol tabi denizde. Pasifik bereketli. Deniz aslanları da yaymışlar yatıyorlar. Rehber kafasına göre ingilizce, kafasına göre ispanyolca anlattı birşeyler. Sürekli, makineleri hazır edip hemen sağa bakalım. Hazır olun, solda şu var şeklinde tüyolar verdi. Çeşit çeşit mahlumatları gördük, sevdik, fotoğrafladık. Tur bitince de üzerinde Paracas-Peru yazan kıytırık şapkaları onar soleden satmaya çalıştı rehberimiz olan amigo. Sanırsam ki kimse almadı. Havadan yana pek şanslı değildim. Kapalıydı. Olsun varsın. Ne diyorduk, adanın etrafında tam tur atılmasıyla olay son buluyor ve geri dönülüyor. Ama görmeye değecek yer kesinlikle Ballestas.

Daha az methedilen Paracas Ulusal Parkı’nın turunu da almıştım ben. Hostelde sonraki turu beklerken bizim hostelin elemanı atlayın arabaya dedi ben ve diğer üç kişiye. Herhalde turu yapacak firmaya götürecek diye düşündük. Turu kendisi yapıyormuş meğer. Kapıda beş papel bayıldık parka giriş ücreti olarak. Başladı ispanyolca anlatmaya. Anlamadım. Gerçi çok anlamaya da gerek yok. Sırasıyla götürdü bizi manzaralı yerlere. Tepeden okyanusa baktık. Denizde yunuslar, havada condorlar. Arkamız çöl. Hava açmış, cillop gibi. Keyiflendim. Akabinde tekrar atladık arabaya.Bir sahilin başında attı bizi. Sonunda topladı. Sallana sallana yürüdük. Doğayla bütünleştik. Pasifik havasını ciğerlerime teneffüz ettik. Sonraki durak da kızıl kumsal. Arkası sarı çöl, kumu kırmızı, denizi yeşil, havası mavi. Hayran hayran bakındık. En son da balıkçıların olduğu yere gittik. Pahalı ve komisyonu dahil öğle yemeği yemedik tabiki. Ben balıkçılarla sosyalleştim. Pelikanlara balık attılar, beni eğlendirmek için. Eğlendim baya. Ne kuşlar bu pelikanlar, ne cüsse. Orta son öğrencisi kadar iriler. Nasıl uçuyorlar hala anlamıyorum. Pelikanlardan sıkılıp sandalları inceledim. Şapkaların hepsini kaybetmiştim. Kafayı yüzü kavurup geri döndüm turdan. Paracas’ta yapılacak herşeyi yapınca kalmak manasız oldu. Tur dönüşü turu yapan abinin taksisiyle anayola kadar gidip, Nazca otobüsüne el edip bindim. Ica’da aktarma varmış. Otobüsü değiştirdim. Aylardır gördüğüm en manyak şöföre denk geldim. Fren nedir bilmedi. 90 derece virajlara otobüsü 45 derece yatırarak girdi. Ama sonunda Nazca’ya da getirdi. Çölün ortasında bir kasaba. Meşhur, dev figürleri göreceğiz daha çöldeki. Uzaylılarla mı kontak kurmuşlar anlayalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder